Leona ve Lira, savaşı kaybettikten sonra dağınık bir şekilde etrafa bakınıyorlardı. Kaosun ortasında, yıkımın izleri etraflarını sarmıştı. Vahşi savaşın getirdiği acı bir gerçeklikle yüzleşen Lira'nın gözleri, umut yerine keder ve endişeyle doluydu. Leona ise içindeki kararlılıkla karamsarlığa direniyordu, ancak etraflarındaki sessizlik ve yıkım onların umutlarını zayıflatıyordu.
Lira, endişeli bir şekilde Leona'ya dönerek konuşmaya başladı: "Durum gerçekten kötü, Leona. Ordumuz darmadağın oldu, düşmanın gölgesi üzerimize çöktü. Ciyes ve Kaelan ile buluşmamız gerekiyor, onlara ihtiyacımız var. Ama Ceku ve Astro'nun akıbeti hakkında bir fikrimiz bile yok. Bu belirsizlik içinde ne yapacağımızı bilmiyorum."
Leona, kararlı bir şekilde Lira'ya yanıt verdi: "Evet, durum kritik. Ancak bizim elimizden gelen tek şey, devam etmek ve Ciyes ile Kaelan'a ulaşmaya çalışmak. Belki bir umut ışığı görebiliriz. Ceku ve Astro'nun akıbeti, bu karanlık durumda bizi yıldırmamalı. Zorluklara rağmen ilerlemeliyiz, birlikte sağ çıkacağız."
Lira, Leona'nın kararlılığına minnettarlıkla baktı ve içinde bir umut ışığı doğdu. "Doğru söylüyorsun, Leona. Birlikte ilerleyerek Ciyes ve Kaelan'a ulaşacağız. Ceku ve Astro'nun akıbetiyle ilgili endişelensek de şimdilik bu belirsizlikle başa çıkmalıyız. QDR'ın gücü ve fedakarlığı bizimle olacak."
Kendilerini toparlayarak yola koyuldular, Ciyes ve Kaelan'ın izini sürmeye kararlı bir şekilde ilerlediler. Geride bıraktıkları zorlu savaşın yıkımı ve kayıplarıyla yüreği buruk olsa da, Leona ve Lira birlikte geleceğe doğru adım atmanın umuduyla yola devam ettiler.
Ceku, Lira ve QDR'dan ayrıldıktan sonra savaş alanını izlemek için yüksek bir tepeye çıkmıştı. Her şey, etrafını saran korku ve belirsizlikle daha da karanlıklaşıyordu. Geleceğe dair bir umut ışığı bulmak giderek zorlaşıyordu, Ceku'nun içindeki şüpheler ve korkular derinleşiyordu. Aniden, arkasından iki figür belirmeye başladı.
Korku ile kılıcını çeken Ceku, tepeye doğru yaklaşan yaratıklara karşı hazırlıklı bir şekilde bekliyordu. Titreyen elleriyle kılıcını sıkıca kavrayarak, yaratıklara doğru bakarken sesi titriyordu: "Yaklaşmayın, ikinizi de durdurmanın yolunu çok iyi biliyorum. Uzak durun benden!" diye uyarıda bulundu.
Yaratıklar konuşmaya başladı ve Ceku'ya sakin ve nazik bir sesle hitap ettiler: "Size zarar vermek için burada değiliz. Lordumuzun selamlarını iletmek için buradayız ve sizi yanlarında görmek istediklerini bize emrettiler efendim."
Bu sözler karşısında şaşıran Ceku, merakla sordu: "Kimdir sizin lordunuz?"
Yaratıkların gözleri, gizem ve güçle parlıyordu. Önlerindeki anlamlı bir sessizlikle ilk yaratık konuşmaya başladı: "Biz, Kara Büyücü'nün hizmetkarlarıyız. Lordumuz, size ulaşmak ve sizi kendi arasına davet etmek istiyor. Bu zorlu dönemde gücünüzü yanlarında hissetmek istiyorlar."
Bu açıklamalar karşısında Ceku'nun aklı karışmıştı. Kara Büyücü'nün çağrısını duymak, onu hem ürkütmüş hem de meraklandırmıştı. Gelecekteki bu kararın, hem kendi hem de dostlarının kaderini dönüştürebileceğini seziyordu.
Ciyes ve Kaelan ise ormanın derinliklerinde sessizce yürüyorlardı. Yemyeşil yapraklar arasında ilerlerken, Ciyes, Kaelan'a dönerek konuştu:
"Kaelan, bu yolculuk boyunca birçok savaş görmüşsündür. Ama bu seferki farklı. Düşmanın sayısı ve kararlılığı bizi zorlayacak."
Kaelan, "Evet, Ciyes. Ama aynı zamanda bu sefer yanımda çok güvendiğim dostum ve o dostumun çok güvendiği bir planı var."
Ciyes, "Doğru. Ama hala endişeliyim. Lira'nın güvende olduğundan emin olmalıyız. Onun ve diğerlerinin hayatı elimizde."
Kaelan, "Lira güçlü birisidir. Ama senin endişen anlaşılır. Hepimiz birbirimizin hayatından sorumluyuz. Bazen lider olmak zor. Kararlar almak, riskleri değerlendirmek... Herkesin hayatı elimizde. Ama bu ekibin bir parçası olmak da bir o kadar zor."
Ciyes, "Evet, ama ben.. Ben lider değilim. Ben sadece tesadüfi bir şekilde haritaya ulaşan bir gezginim. İlk önce Merinda'yı kaybettim. Şimdi ise dostlarımı o yaratıkların karşısında yalnız bıraktım. Keşke benim yerime Merinda olsaydı.. O daha çok hak ediyordu.."
Kaelan, Ciyes'in içinde bulunduğu durumu anlamıştı ve sesini çıkarmadan elini Ciyes'in omzuna atarak teselli etmeye çalışmakla yetindi.Ciyes'in adımları ağır bir yük taşıyormuş gibi yankılanıyordu, zihni ise geçmişin hayaletleriyle dolu bir labirent gibi karışmıştı. Gözleri boşluğa bakarken, ruhunda bir fırtına kopuyormuş gibi hissediyordu. Arkadaşlarından ayrılması aynı zamanda Merinda'nın yokluğunu hatırlatmıştı ve onu derinden sarsmış ve bir boşluk yaratmıştı; bu boşluk, içindeki kaosu daha da derinleştiriyordu.
Kaelan'ın yanında olmasına rağmen, Ciyes'in yüzünde bir yalnızlık gölgesi beliriyordu. Sessizlik, her adımda daha da büyüyen bir acıyı yansıtıyor, gözlerindeki hüzün kelimelere sığmayacak kadar derindi. Görünürde sakin bir dış görünüş sergilese de iç dünyasındaki fırtınalar, sessiz çığlıklarla yükseliyordu.
Her durakta, ciğerlerine dolan hava onu boğar gibi etkiliyordu; içindeki karmaşa ve keder, doğanın sessizliği içinde yankılanıyordu. Ciyes'in varoluşu, zihinsel bir kargaşanın ortasında kaybolmaya başlamıştı. Kaelan'ın yanında olsa da, içindeki yıkımı ve boşluğu gizlemek her geçen an daha da zorlaşıyordu.
Duygusal bir yangınla yanarken, derin bir dehlizde kayboluyormuş gibi hissediyordu. Gözleri, geçmişin izlerini takip ederken, ruhu her adımda daha da derin bir uçuruma doğru sürükleniyormuş gibi hissediyordu. Belirsizlik ve keder, Ciyes'in ruhunda yankılanan sessizliği boğarken, içindeki yıkımı dışa vurmaya cesaret edemiyordu.
Ciyes ve Kaelan, yolculuklarında geceyi geçirebilecekleri bir yer aramaya karar verdiler. Derin ormanın gizemli gölgeleri arasında ilerlerken, yorgunluk ve kederle dolu ruh halleriyle birlikte umutsuzca bir barınak arıyorlardı. Rüzgarın fısıldayan sesleri, etraflarını sararken, Kaelan'ın rehberliğinde ilerlemeye devam ettiler.
Sonunda uzakta, ormanın kalbinde görünen eski bir kulübe dikkatlerini çekti. Kulübenin kapısı çürümüş ve yıpranmış olsa da, içinde güvenli bir sığınak olabileceğini düşündüler. Yavaş adımlarla kulübeye yaklaştılar, ay ışığının solgun ışığı kulübenin çatısına vururken, gizemli bir atmosfer oluşturuyordu.
Kapıyı çekerek açtıklarında içeri bir sıcaklık yayılıyordu, eski tahta döşemeler yılların izlerini taşıyordu. Kulübede bir kaçak lamba parçası ile aydınlanmış bir köşe buldular. Sessizce içeri girdiler ve ateş yakmaya karar verdiler. Sıcak ateşin dansı, kulübenin içinde bir huzur ve sıcaklık yarattı, Ciyes'in yorgun bedeni ve Kaelan'ın dingin ruhu için bir neşe kaynağıydı.
Kaelan, sessiz bir şekilde ateşi yakarken Ciyes, kulübenin eski duvarlarına göz gezdirdi. Yıpranmış resimler ve kitap rafları, kulübenin geçmiş yaşamını anlatıyordu. Ciyes'in içindeki karmaşık duygular, bu yıkık dökük kulübenin sessizliği ve huzuruyla birleşerek biraz olsun hafiflemeye başladı.
Gece gökyüzünde yıldızlar parlıyordu, karanlık ormanın sessizliği kulübeyi sarmıştı. Ciyes ve Kaelan, ateşin sıcaklığında, geceyi derin düşüncelere dalıp geçirmeye hazırlanırken, birbirlerine destek olmanın verdiği sıcaklık ve güvenle, bir sonraki adım için hazırlanmaya başladılar.
O gece, yorgunluktan uykunun kollarına terk edilen Ciyes, gıcırdayan tahtalar arasında huzurlu bir şekilde uyuyakalmıştı. Uzun mücadelelerin ve zorlu yolculuğun yükü bedenini sarmıştı; hem zihinsel hem bedensel olarak oldukça yorgundu.
Uykusundan belki de seslerle uyandı, belki de kendi iç sesiyle. Gözlerini açtığında, karşısında, kapının ardında beliren imge onu hiç beklemediği bir duyguya sürükledi. Orada, ay ışığında parlayan kır saçlarıyla ve yumuşak bir gülümsemeyle duran küçük yaşta kaybettiği annesi vardı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALET KASABA
Fantasy(Yenilendi ve daha kapsamlı hale getirildi) 9 krallık.. Büyük bir savaş ve kara büyü.. Geçmişte kara büyüye verilen savaşı kazanan bütün diyarın orduları şimdi tekrardan aynı tehlikenin içerisinde. Tek yol Güneş Taşı'nı kullanmak. Kahramanımız Ciyes...