Kasabanın bir diğer ucunda ise Sebastian'ın adamları, zincire vurulmuş küçük çocuğu aralarına almış, acımasızca sürüklüyorlardı. Çocuğun gözleri yaşlarla dolmuştu, fakat yaşadığı dehşet çığlıklarını dilsiz bir isyana çevirmişti. Titreyen bedeni, her adımda sendeleyerek ileriye doğru çekiliyordu; zincirlerin soğuk metal halkaları, narin bileklerine işkence edercesine sıkıca dolanmıştı. İçindeki çaresizlik, sessiz bir haykırış gibi yüreğine saplanıyordu. kurtulma umudunun dahi önünü kesen bir karanlık çemberinin tam ortasında, yapayalnız ve sessizdi.
Enel, gölgelerin içinde bir hayalet gibi Sebastian ve adamlarının peşindeydi, gözlerini onlardan bir an bile ayırmadan. Çocuğun perişan halini her gördüğünde içindeki öfke bir volkan gibi kabarıyordu; kalbinde biriken intikam duygusu, damarlarında ateş gibi akıyordu. Ancak kendini dizginlemek zorundaydı. "Sebastian..." diye geçirdi içinden, dişlerini sıkarak. "Bugün, o kirli ellerinle kurduğun bu karanlık düzenin bedelini ödeyeceksin." Fakat öfkesinin sabrını gölgede bırakmasına izin veremezdi. Derin bir nefes aldı, yumruklarını sıktı ve karanlığın içinde yeniden saklandı. "Doğru anı bekle, Enel. Gidecekleri yere kadar sabret..."
Ancak ormanın sessizliği bir anda çatırdayarak bozuldu; Enel'in yanlışlıkla bastığı kuru bir dal, sessizliği yırtan bir çığlık gibi geceye yayılmıştı. Sebastian'ın adamlarından biri, irkilerek olduğu yerde dondu, elindeki tüfeği tetikte tutarak gözlerini karanlığa dikti. Ormanın gölgelerinde gizlenen varlığı sezmiş gibiydi, gözleri, gecenin siyahına bürünmüş ağaçlar arasında tehditkar bir iz arıyordu.
"Bir şey mi duydun?" diye fısıldadı diğer adam, sesinde saklamaya çalıştığı belli belirsiz bir korkuyla. Karanlık onları adeta yutacakmış gibi ağırlaşmıştı, sessizlik etraflarında bir tuzak gibi geriliyordu.
Diğer adam başını salladı, gölgelerin içinde görünmez bir düşman sezmenin huzursuzluğuyla gözlerini kısmıştı. "Bir ses duydum..Etrafta biri var..."
Sebastian'ın adamları birbirlerine şüphe dolu bakışlar atarak, tüfeklerini sımsıkı kavradılar. Aralarından biri, başındaki kara kapüşonu hafifçe kaldırarak homurdandı, "Ya biri bizi izliyorsa? Bize saldırmak için doğru anı bekliyorsa?"
Diğeri gergin bir şekilde etrafına bakınarak, gözleriyle gölgeleri taradı. "Burası lanetli diyorlardı... Yoksa, kasabadaki çocukları avlayan iblis olabilir mi?"
Bu söz, diğer adamların üzerinde soğuk bir ürperti gibi gezindi. Karanlıkta her gölgeyi, her çıtırtıyı daha tehditkâr hale getirmişti. Fısıltılar, sanki ormanın kendi sesine karışarak onları sinsice sarıyordu.
"Aptalca konuşmayı kesin!" dedi öndeki adam, sesinde bastırmaya çalıştığı bir öfkeyle. "Hala anlamadınız mı? O hikaye Sebastian'ın uydurduğu bir saçmalık. İblis diye birşey yok! Çeneleriniz çalışacağına ayaklarınız çalışsın!"
Tam o anda, hafif bir hışırtı duyuldu. Adamlar, gözlerini kısıp sesin geldiği yöne bakarken, sanki orman daha da kararmış, gölgeler daha da kalınlaşmıştı. Korku içinde birbirlerine sokulmuşlardı ki, Sebastian'ın sert sesi onları kendine getirdi.
"Ne halt ediyorsunuz siz!? Hızlı olun gerizekalılar! Oraya geç kalırsak o manyaklara çocuk yerine sizi veririm!" diye bağırdı, sesinde sabırsız bir öfke vardı.
Adamların en genç olanı, öfkesini çocuğun üzerinde çıkarmaya karar verdi. Çocuğa doğru eğilip yüzüne sert bir tokat attı, ses karanlığın içinde yankılanarak yayıldı. Çocuğun minik yüzündeki acı, Enel'in içinde kopan öfke fırtınasını daha da güçlendirdi.
"Ağlamayı kes çocuk! Tüm gece senin yüzünden ayakta kaldığımız yetmiyor, bir de ağlamalarını çekiyoruz!" diye bağırdı adam.
Enel, bu manzara karşısında adeta dişlerini kıracak gibi sıktı. Kendi kendine fısıldadı, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak: "Bu şerefsizler... kalpleri o kadar kararmış ki, yaptıkları kötülüğü bile çocuğun suçuymuş gibi gösterebiliyorlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Science FictionGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.