Kulübe doğru ilerlerken araba şehrin ışıklarını delip geçiyordu. Dünya Kupası oynanıyordu ve bugün Portekiz, İsviçre'yi beş gol farkla yenmişti. Portekiz. Her ne kadar iyi bir takım olsalar da, takımdan ve özellikle de belirli bir oyuncudan bahsedilmesi ağzında kötü bir tat bırakıyordu.
Ronaldo'yu sevmiyor değildin. Seviyordun... yani, bir zamanlar onu çok sevmiştin. Aylar önce ilişkinizin sonsuza dek süreceğinden emindiniz; birlikte yaşıyordunuz, etkinliklerine onunla gidiyordun ve hatta bir keresinde cebinde bir nişan yüzüğü bulmuştun. Tüm bunlar Ronaldo'nun kilidi açık bırakıp gittiği telefonu ve içindeki birkaç Instagram DM'i sayesinde saniyeler içinde yok oldu.
Birkaç gün içinde evinizden ayrılıp Manchester'dan uzakta bir apartman dairesine taşınmıştın. Ronaldo, sadakatsizliğini kamuoyuna duyurmaman karşılığında ilk yıl kiranı ödemeyi teklif etmişti, ancak bu seni ona karşı daha da öfkelendirdi. Onun yardımına ihtiyacın yoktu ve sana yaptıklarından sonra artık onunla herhangi bir bağın olsun istemiyordun.
Ama işte buradaydın, Katar'da, takımının İsviçre'yi yendiği gün.
Telefonun titredi ve çantandan çıkardın.
Bu gece biraz erken ayrılmam gerekecek, Emi'nin mesajı canını iyice sıktı.
Ne? Neden?
Koç sabahki ekstra antrenmandan önce en az sekiz saat uyumamızı istiyor. Yarın tamamen boşum seninle vakit geçirebilmek için.
İnledin ve araba koltuğuna geri yığıldın. Harika. Gerçekten harika. Kulübe gitmeninin nedeni Emi'nin hiç tanımadığın arkadaşının doğum gününü kutlamaktı. Aslında onun takımından kimseyi tanımıyordun. Portekiz ve Manchester United ile o kadar çok zaman geçirmiştin ki diğer takımlardan kimseyi tanımıyordun. Üstelik Emi'yle sadece birkaç aydır görüşüyordun.
"Burası mı?" diye sordu şoför.
"Evet, burası," diye iç geçirdin. Kapıyı açar açmaz soğuk gece havası tüylerini diken diken etti. Ferahlatıcıydı ve zihnini içeride seni bekleyen kaostan kısa süreliğine uzaklaştırdı.
Sen yaklaşırken fedai ipi açtı. Kulübün dış cephesi LED ışıklarla aydınlatılmıştı ve insanları içeri girmeye davet ediyordu. Dışarıda, hayran oldukları bir futbolcuyu yakından görmek için orada beklemeye razı kalabalık bir grup toplanmıştı. Sen binaya girerken seni izlediler. Kimdin sen? Ve bu özel partide ne işin vardı?
Barın içi de dışı kadar coşkulu ve aydınlıktı. Tek fark, duvarların içine tıkıştırılmış insan sayısıydı. Bedenler birbirlerine yaslanmış, hoparlörlerden yükselen müzik eşliğinde hareket ediyorlardı. İki barmen artan kalabalık için aceleyle içki hazırlıyordu. Onlara futbolculara öncelik vermeleri ve ilk olarak onlara servis yapmaları talimatı verilmişti ama bu talebe yetişmekte zorlanıyorlardı.
Kalabalığın arasında gözlerini gezdirdin. Tanıdık geldiğini düşündün birkaç yüz vardı ama ışıklar insanları uzaktan ayırt edemeyeceğin kadar loştu.
Sen bara doğru ilerlerken ardı ardına sarhoş bedenler sana çarptı ve seni itti ki bunun kasıtlı olup olmadığını düşündün. Şüphesiz, kulüpte rahat hissedemeyeceğin kadar çok insan vardı, ama sana çarpmak kimsenin umrunda değil gibiydi. Hepsi eğleniyordu. Sen ise paniklemenin vücut bulmuş haliydin.
Elbisenin ucunu çekiştirdin. Elbise senin değildi -oyuncuların kız arkadaşlarından biri sana ödünç vermişti- ve tam olarak senin tarzın da değildi. Rengi garipti ve kalçalarında duruşu hiç hoşuna gitmemişti. Seni tanıyan herkes bu elbisenin ilk tercihin olmadığını anlardı.