yirmi dokuz

306 4 8
                                    


Omuzlarıma yerleştirilen ağır siyah pelerinin işleme elmaslardan dolayı parıldayan elbiseme bakarken yutkundum ve Anais'in ince parmaklarıyla aynadaki yansımamdan bütün odayı aydınlatan siyah kaşıkçı elmasının etrafında dizilen pırlantalı tacımı saçlarıma yerleştirmesini izledim. Bugün, Britanya ile savaş antlaşmalarının yapılacağı gündü ve hayatımda hiç bu kadar zor karar verebileceğim bir gün daha yaşamamıştım. Kraliçe Iva'nın konsey kurulmadan önce defalarca çekilmem yönünde red istemesine rağmen, Kral Erig de Britanya Kralı Edward da arabulucu veliaht olmam yönünde oylarını kullanmış ve üstün oylarla kurula girmeye hak kazanmıştım. Bu, savaşın başlamasından bu yana belirgin olan bir şey olsa da kraliçenin sözümü kesmek için her şeyi yapacağından emindim. Gerekirse dudaklarımı birbirine dikecek fakat yine de Galya aleyhine konuşmamam için her şeyi yapacaktı.

"Annen...Gelmeyecek değil mi?"

Anais çekinerek ve üzüldüğünü belli edecek yumuşak bir tonda sorduğunda boynuma amber esansı sürmesini bitirince derin bir nefes aldım ve ona dönmeden konuştum.

"Kral Edward'ın suikaste uğramasına karşılık Britanya'da kalacak, bu bir devlet kuralı. Gelmesi işleri daha da zorlaştırırdı."

Onlara ihanet ettiğimi düşünmeleri içimde bir yerleri sızlatsa da yapılabilecek en doğru şeyi yaptığıma kuşkum yoktu. Sadece henüz başında ve en önemli kısmında olduğum oyunu, bozabilecek kişilere anlatamazdım. Kendimle konuşmasam bile zihnimde durup duran tek şey; bu meseleydi. Öyle ki Damien'in dün beni aldatacağını düşündürerek kurduğu küçük oyun ve tenime iğne gibi batarak uyuşturan öpücükleri bile bunu bozamamıştı. Evet, aklımı karıştırdığı doğruydu fakat geçmişi unutacak kadar ya da ona tamamen teslim olacak kadar aptal değildim.

"Seni affedeceklerdir, onlar senin ailen."

Çeneme kadar uzanan sallantılı küpemi takıp, yansımadan Anais'e kısa bir bakış attım.

"Senin ailen var mı Anais?"

Duraksadı ve aklına gelen anılarıyla birkaç saniyeliğine durgunlaştı. Çok geçmeden minyon suratında küçük bir nokta gibi duran dudaklarını araladı.

"Elbette. Sekiz kardeşiz ve aralarından kırsalda kalmayan bir tek benim. Şehre teyzemlerin yanına küçükken geldim ve genç kızlığıma girmeden sarayda çalışmaya başladım. Onları en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum bile."

"Aileni geçmişte tanımak, gelecekte tanımaktan daha iyidir. Çocuk ailesinin yetiştirdiği bir çiçek gibidir ve aynı toprakta, ortak kökte yetiştiklerinden birbirlerine benzerler. Ben ise hiçbirini görmeden onlardan çok uzağa savrulmuştum..." Diğer küpemi de takıp iç çektim ve ifadesiz bakışlarımı bozmadan konuşmaya devam ettim. "Onlara benzemiyorum. Bana baktıklarında kendilerinden bir şey görmüyorlar bu yüzden onlara aile diyemiyorum."

Anais, ellerini önünde birleştirerek bakışlarını yere indirdiğinde beni kırdığını düşündüğünü anlamıştım. Artık buna üzülemeyecek kadar büyüsem de derine gömülmüş üzüntülerimin ara ara çatlaklardan sızdığını hissedebiliyordum. Yine de aklım tamamen konseyde ve aylardır planladığım sözlerdeydi. Hazır olduğuma karar verince daha fazla oyalanmadan odamdan ayrıldım, geniş siyah halının serili olduğu, Galya liderlerinin tablolarının asılı olduğu koridora ulaştım. Karargah odasına girdiğim anda arkamdan kapanan kapılarla kalp atışlarım hızlansa da uzun ve büyük masanın baş köşesinde oturan, ikimizden başka kimsenin olmadığı Kraliçe Iva'nın düz bakışları beni sakinleşmeye zorlamıştı. Odadan çıkmaya çalışmadım çünkü kapıdaki askerlerin buna izin vermeyeceğini ve kraliçe içindeki zehri akıtıp tehditlerini söylemeden çıkamayacağımı biliyordum. Anlaşılan saate bana yanlış söyletip, önceden beni buraya bilerek çağırmış olmalıydı. Siyah deri görünümlü eteği masanın ayaklarına kadar uzanan elbisenin aynı kumaştan eldivenlerinin sarılı olduğu kollarını masaya dayayıp, göz kenarlarından kaşlarına uzanan yüzündeki tek tük kırışıkları belirginleştirecek kadar kaşlarını çatmıştı.

darcyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin