Yağmur damlaları elbisemin beyaz ipek kumaşında yer edinirken derin bir nefes alarak kollarımı göğsümde birleştirdim ve gözlerimi yumdum. Damien'in sözleri kafamın içinde yankılanırken düşünmeyi oldu olası sevmeyen kalbim o konuşurken gözlerinin kısılmasını, dudaklarının kıvrılmasını ve göğsünün inip kalkmasını anımsatıp duruyor ve nefesim iki göğsümün arasında sıkışıyordu. Yağmur damlaları hızlanıp koyu kahve uzun buklelerimi ıslatmaya başlasa da balkonumdan geriye gitmek adına herhangi bir adım girişiminde bulunmadım. Gökyüzü Galya'nın her zamanki havasından daha boğuk, kasvetli ve soğuktu. Kraliyet surlarının arkasına dökülen uçsuz bucaksız, sise kapılan orman neredeyse görünmüyordu bile. Islaklığın ardından gelen rüzgarla birbirime sardığım kollarımı sıkılaştırdığımda birkaç at nalının birbirine vurma sesini duymamla kaşlarımı çattım ve merakımı gizleyemeyerek balkonun tırabzanlarına doğru yaslandım. Damien, peşinde hiç olmadığım kadar kalabalık ordusuyla saraydan ayrılmak üzere hazırlık yapmaya başladığında gergin bir şekilde yutkundum ve gözlerim aceleci bir tavırla onu aramaya başladı. Babasına boyun eğmeyeceğini, savaş emrini geri çekmeyeceğini ve sarayından sürüleceğini biliyordum. Fakat bu konu üzerine en son düşündüğüm şey; kendimdi. Çıkacak savaşta karşı taraf benim ailem, varlığına henüz emin olmadığım annemdi ve onu daha bulmadan kaybetmek istemiyordum. Bunun düşüncesi bile boğazımı sıkıca düğümlüyor ve sıkıca ipin ucunu çekerek yutkunmamı bile zorlaştıracak bir hale getiriyordu.
Damien'in komandolarından birinin atının ağzındaki kalın ipi çözdüğünü ve atın diriliğini kontrol etmek için kalça kısmına vurmasını izlerken siyah pelerinin baş kısmını yüzünü örtecek şekilde geçiren Damien'i çok geçmeden görmüş ve kalbim dövülüyormuş gibi hissetmiştim. Eğer saraydan ayrılıyorsa beni alması gerekmez miydi? Neden beni yanında götürmesini istediğimi düşünmeyi göz ardı etmeye çalışsam da doğru olanın bu olduğunu biliyordum. Ben onun en başından bu yana diğer yırtıcıları çekmek için kullandığı bir yemdim, beni sarayda bırakacak olamazdı. Benimle işi bitmiş olabilir miydi? Kral Erig beni saraydan çıkarmasına izin vermiyor muydu? Binlerce ihtimal gözümün önünde sıralanırken atının üzerine çevik bir şekilde çıkmış ve rüzgarın şiddetiyle pelerinin baş kısmı omzuna düşmüştü. Atınının ağzındaki ipi çekerek yön verdiğinde bana doğru dönmesiyle arkaya kaçmak istesem de olduğum yerde durdum. Dün beni odasına çağırıp, bana yaklaşan herkesi öldürebileceğini ve ona karşı koyamayacak kadar zayıf olduğumu söylerken ne düşünmemi istemişti bilmiyordum ama artık eskisi kadar hissedemediğim kinim yerini karmaşık ilişkimizi de aşarak öfkeye bırakmıştı. Saraya ilk getirildiğim günlerdeki gibi tutuma maruz kalmak, bir yaklaşan bir uzaklaşan ve ne hissettiğimi itiraf edemediğim bu adam, annemin varlığı, savaş, her şey...Dengemi alt üst etmişti ve bir karar almıştım. Bu imparatorluk beni bitiremeden ben onları bitirecektim çünkü piyon olarak gördükleri değersiz taş; karşı tarafın en uç çizgisine girdiğinde istediği taşa dönüşebilirdi.
Damien'in gözlerinden dökülen hırsı ve bana baktığında çatılan kaşlarını görebiliyordum. Atını saray bahçesinin büyük İsa heykelinin etrafında bir tur attırarak bana son bir kez baktı ve hızla birlikleriyle açılan sur kapısına doğru atını sürmeye başladı. Onun gittiğini görmek bana ne hissettirmeliydi? Terk edilmek, yarıda bırakılmak. Veya yine bir planı vardır diye onu beklemek. Onu tanıdığımdan bu yana onun yönettiği bir oyunun içindeydim, bana kendimi o kadar aptal ve çaresiz hissettiriyordu ki. Her zaman ona gard almaya çalışıyor ve onun önüne geçmek istiyordum fakat sürekli kraliyetin ağır sur duvarlarına çarpmışım gibi kalakalıyordum. Yağmur hızını arttırdığında sırılsıklam olmanın verdiği rahatsızlıkla balkonumdan çekildim ve odamın içinde birkaç volta attım. Sonunda ıslak elbisemi vücudumdan zar zor çıkartıp, kuru, bordo ve oldukça sade, eteği bacaklarımdan dökülen ve açık olmayan sade günlük bir elbise giydim. Ben hazırlanırken nemlenen saçımı ellerimle karıştırarak kurutmaya çalışsam da beni eski halime benzetmekten ileriye gidememişti. Anais'in bugün gelmemesini ve odamda tek başıma kalmak istediğimi söylesem de yerimde duramıyordum. Sonunda odadan çıkıp, koridorların arasında yürümeye başladığımda on adım arkamdan kraliyet askerlerinin beni takip ettiğini anlamak zor olmamıştı. İç geçirerek, kraliçenin olacağını tahmin ettiğim yere yani kütüphaneye adımlarımı hızlandırdım. Sonunda büyük kütüphane kapıları bana yavaşça açıldığında tam da beklediğim gibi Kraliçe Iva, simsiyah, göğüs dekolteli ince tüllü elbisesini giymiş, siyah düz saçlarını salık bırakmış ve büyük pırlantalı taçlarından birini takmış, uzun parmaklarıyla oldukça kalın bir kitabın sayfalarını çeviriyordu. Vücudunun dirayetine karşılık yüzünde ince kaşlarının arasında ve kalın dudağının altında kırışıklıklar vardı, onun bile güzelliği solmaya başlamıştı. Ondan ne kadar haz etmesem de tüm Galya'nın en güzel kadını olmadığını söylemek haksızlık olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
darcy
Historical FictionTenime değen sıcak mühür, onun parmaklarının arasında bir küfür gibi duruyordu. Bembeyaz, tek bir ciziğin bile olmadığı tenime öyle korkusuzca yerleşmişti ki ıslak, alevi üstünde kırmızı mühür; bana nereli olduğumu hatırlatmıştı. Kim olduğumu. O'ys...