yirmi üç

420 2 7
                                    

Ev.

Sahip olamadığımız her şeyin hissettirdiği eksiklik saman alevi gibi başka şeylere de sıçrardı. Dört duvar bir çatı arasında beni koruyan ve seven insanlara sahip olamamak daha küçükken içimde onarılamaz bir yıkım inşa ederken, yıllar boyu itilip kakılmamın verdiği hüznüm ve sonrasında yaşadığım her şey hırsımı kamçılamış ve beni bambaşka bir insana dönüştürmüştü. Damien'in sarayından kaçarken bana hissettirdiği ve yaşattığı her şeyden de kaçmak ve onun suratını bir daha görmeme isteğiyle dolup taşmıştım. Fakat Galya'da, onun hemen yanıbaşında bıraktığım diğer benliğim ona sımsıkı sarılmaya devam etmek ve ona ihanet etmemek için çok direnmişti, yine de olması gereken ve kaderin yazdığı buydu. Geceyi ormanla şehir sınırı arasındaki küçük bir handa geçirmiştik, atlardan birini satmıştık. Kraliyet atı olduğu için bize birkaç gün yetecek kadar para kazandırmıştı ve sattığımız adamlar da haydut olduğu için bu suçu yarı fiyatına ört bas etmişlerdi. Askerlerin bizi aradığını ve Damien'in peşimizde olduğunu düşünüp elimizi çabuk tutmuş ve Galya sınırlarından çıkmıştık fakat bizi kimse aramamış veya durdurmamıştı. Bu ilk başta garibime gitse de iki günün sonunda anlamıştım; Damien gitmeme izin vermişti.
O izin vermese ve bunu sonradan anlayabileceğim bir şekilde gitmem için bir şeyler yapmasa; gidemezdim. Atların saraydan çıkarılma saati her zamankinden farklı bir saatteydi, özellikle görmem için Axel'in üniformasını bahçede gezdirmiş, Lorin beni özensiz gözetlemiş ve bilerek yakalamamıştı. Handaki hiçbir asker bize kim olduğumuzu sormamış, sınırda diğer tüccarların aksine durdurulmamıştık çünkü o, böyle istemişti. Bunu anladığım andaki hayalkırıklığım ve boğazımın düğümlenmesi aradan dört gün geçmesine rağmen tazeydi ve kalbim buruktu. Kaderim olduğunu düşündüğüm şeylerde bile onun parmağı vardı ve bana, her şeye bu kadar müdahale edebilmesini kaldıramıyordum.

"Annem nasıl biri?"

Kadehimi masaya yavaşça bırakırken, Axel normalde hızlıca içtiği şarabı -birkaç günde onu tanımıştım.- oldukça yavaş bir yudumla içerken düşünmek için zaman kazanmaya çalıştığını anlamıştım. Onun kardeşim olduğundan bile yüzde yüz emin değilken kaçmasına yardım etmiş ve onunla yolculuğa çıkmıştım fakat o, annem hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Benziyor olsak bile benim için hala bir yabancıdan ibaretti. Kahve gözleri acele etmeden benimkilere değdiğinde kadehini han masasına bıraktı ve derin bir nefes aldı. Gerinmek için iri vücudunu kaplayan uzun kollarını bacağına attığında siyah pelerini aralanmış ve postallarının arasından esirken askerlerin yaptığı birkaç yara gözüme takılmıştı.

"Daha önce de dediğim gibi Darcy, onunla senin tanışman lazım. Onu hiç tanıyamamanın bıraktığı hüznü anlayabiliyorum fakat her bir sorunun cevabını onun vermesi daha iyi olur."

Axel, benden iki yaş küçüktü. Yani 18inde güçlü bir prensti ve oldukça olgun, kral olmaya aday bir yapıda güçlü mentalinin olduğunda emindim. Fakat her şeyden önce aklıma takılan soru başkaydı.

"Axel."

Dudaklarımı yalayıp duruşumu düzelttiğimde ciddi bir şey soracağımı anlamış gibi kavisli kaşları yukarı kalkmıştı.

"Beni bulmak için Galya'ya gelmeyi sen mi seçtin yoksa annem mi gönderdi?"

Aklımda birçok soru işareti olmasına rağmen, duygusallıktan uzaklaşıp bütün parçaları brleştirmeye çalışıyordum ve sorduğum soru karşısında yüz ifadesinin değişmesi bunun önemini anlatıyordu. Eğer kendi beni bulmayı seçmediyse annem varlığımdan haberdar olmasına rağmen beni bulmak istememiş olabilirdi, eğer Axel beni Galya gibi bir tehlikeye karşı bulmak istediyse; bir amacı olabilirdi.
Han kapısı gürültülü bir şekilde açıldığında ikimiz de pelerinlerimizin şapkalarını refleksle geçirmiş ve içeri girenlerin bizi göremediği, taş kolonun arkasında kalan küçük masamızda iyice gömülmüştük. Beyaz üniformalarından tanıdığım bir grup Belga askerleri ellerinde benim ve Axel'in fotoğrafının çizili olduğu eski parşömen kağıtlarını masalara göstererek yüksek sesle konuşmaya başlamışlardı.

darcyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin