"Daha iyi misiniz majesteleri?"
Kadehte verilen sudan oldukça büyük bir yudum alıp, çirkin görünmeyi umursamadan elimin tersiyle ağzımı sildikten sonra başımı olumlu anlamda salladım ve pelerinimin içine iyice sokularak birkaç saniyeliğine gözlerimi yumdum. Ben saraydan kaçmak için kılıçların taşındığı at arabasında gizlenirken, Marc bunun farkında olmalıydı. Odamda kasten yangın çıkardığımı ve saraydan ayrılmanın tek yolunun o an surlardan çıkacak arabalardan birinde olduğumu anlamak çok da zor değildi fakat Marc bunu bilmesine rağmen tek kelime etmemişti. Onun hakkındaki keskin düşüncelerim törpülenmiş olsa da beni saraya geri götürüp götürmeyeceğini bilmiyordum. Ayrıca şu an ıssız bir hanın, büyük bir odasında beni sakinleştirmeye çalışıyor olması da çok garipti. İkimiz de ilk defa saraydan uzak bir yerde baş başa kalmıştık ve en sonki karşılaşmamızda aramızda geçen garip olaylar, ortamın gerilimini arttırmıştı. Özellikle her zaman çatık olan kaşları gevşemiş ve gözlerinde çok nadir parıldayan bir duygu böylesine ortalığa serilmişken.
"İyiyim, beni saraya teslim edecek misin Marc?"
Oldukça düz ve yorgun bir tonda sorduğum soruya karşılık kaşları yeniden çatıldı ve oldukça kısa bir sürede dediklerimi kavrayıp düşündü. Bu bile beni umutlandırmıştı çünkü bir asker olarak onun düşünebileceği tek şey emirlerdi. Ayrıca kralın yakın koruması olduğu halde neden Kelt'e gönderilen timin başında olduğunu kavrayamamıştım, kral sarayda kaldığı halde o buradaydı.
"Benim bu gece saraya geri dönmem gerekiyor. Sadece timin Kelt sınırına güvenli yaklaştığından emin olmam gerekiyordu çünkü..."
Soruma yanıt alamasam da cümlenin devamını oldukça merak etmiştim.
"Çünkü?"
Sorgular bir şekilde ona baktığımda bunu bana söyleyip söylememek konusunda kararsız kaldığını anlayabiliyordum. Kurumuş dudaklarını hızlı bir dil hareketiyle ıslatıp derin bir nefes aldı ve dürüst karakterinden ödün vermeyeceğini bildiğim şekilde konuştu.
"Çünkü Prens Damien'in malikanesine oldukça yakınız. Kelt'e yerleştirdiği birlikleri sabote etmemizi istemeyeceği için kraliyet timine saldırabilir."
Ah. Tanrı bana oldukça iyi bir oyun oynamış ve sonrasında beni mükafatlandırmıştı. Çünkü rotam tam olarak onun yanıydı, Damien'in. Surat ifademin gevşemesi, Marc'ın tadını kaçırmış olacak ki söylediğine pişman olmuş bir şekilde burnundan soluk verdi ve hızla yanıma oturduğu pek de temiz olmayan han yatağından kalktı. Az önce beni öldürmesin diye kafasını uçurduğu adamın kanı hala kılıcında, eli ise kılıcının topunun üzerindeydi.
"Ben bir askerim. Benim bir kişiliğimin, duygularımın veya düşüncelerimin olması yasak ama sen..-"
Kılıcın topunu kavrayan parmaklarını yavaşça yaşanan arbedelerden ve arabanın üstünde saatlerce gizlenmekten toz toprağa karışan, yorgunluktan çizgilenen suratıma yerleştirdiğinde kısa bir şaşkınlık yaşamış ve Marc'ın artık bir şeyleri gizleyemeyecek kadar sabırsız olduğunu anlamıştım.
"Sen hepsine bedel olabilirsin, Darcy."
İlk defa ismimle seslenmesi, içimde tarif edemediğim bir bozukluk yaşatırken yutkundum ve gözlerinin içine baktım. Ben yatakta oturur pozisyonda, o ise tam karşımda dikili halde olduğundan parmakları arasına aldığı yüzümü kaldırmadan gözlerimi onun gözlerine kaldırmak zorunda kalmıştım. Marc, çocukken koparıldığı ve o zamandan bu yana ağır eğitimlerden ve yaşantılardan geçtiği askerlik hayatını yarım senedir tanıdığı bir kız için değiştiremezdi, değiştirmemeliydi. Onunki kadar benim de keskin yargılarım vardı ve bunun ne statü farkıyla ne de içinde bulunduğum karmaşayla alakası vardı. Eğer onunla aynı şeyleri hissediyor olsam, bu han kapısından çenemin altından yanaklarıma uzanan parmaklarını sıkıca tutarak çıkar ve kimliklerimizi geride bırakarak ucunda ölüm bile olsa, kısa bir hayatımız bile olacak olsa onunla olurdum fakat hayır, hissetmiyordum. O bana dokunduğunda veya sözleri kulağıma ulaştığında, bakışları pencerelerime yansıdığında içimde alevler tütmüyor, fısıltılar dinmiyor veya kalbim avuç içimde atmıyordu. O sadece varlığı iyi hissettiren, güven veren biriydi ve ne yaparsam yapayım öyle kalacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
darcy
Historical FictionTenime değen sıcak mühür, onun parmaklarının arasında bir küfür gibi duruyordu. Bembeyaz, tek bir ciziğin bile olmadığı tenime öyle korkusuzca yerleşmişti ki ıslak, alevi üstünde kırmızı mühür; bana nereli olduğumu hatırlatmıştı. Kim olduğumu. O'ys...