Bölüm 40. Kırık Vazo
Ali Ata da çay bahçesinin çitlerinin üzerinden atlayıp yola koşan çocuğa doğru koşmaya başlamıştı ama saniyeler içinde kopan gürültülü çarpma sesiyle birlikte kulağıma yayılan çınlama sendelememe sebep oldu. "Suaaat!"
Yazardan
"Suat..." Piraye'nin fısıltısı dudaklarından dökülüp kalbine bir çığ gibi büyüdüğünde her şey için çok geçti. Ali koşarken şok içinde otomobilin bir köşeye fırlattığı çocuğa bakakaldı. Elindeki dondurması yüzüne çarpmış ardından fırlamıştı. Etin araca çaptığı an çıkardığı o tiz çığlık hepsinin kalbine bir hançer gibi saplanırken etrafları bir anda sarıldı. Doktor diye bağıranlar, yardım etmeye çalışanlar ve kalan herkes telaşlıydı.
Ali Ata koşarak çocuğun yanına ulaştığında nabzını kontrol etti ve zayıfta olsa bir vuruş hissetti. Çarpmadan ötürü başı kanamış ve düştüğü yerde yamuk bir şekil almıştı. "Uzaklaşın, toplanmayın, dokunmayın çocuğa daha fazla zarar verirsiniz. Polisim ben açın etrafı." Yan taraftan şoku atlatan Gürbüz ve Nevin koşarak yanlarına geldiğinde annesi ağlıyordu. "Oğlum, oğlum aç gözlerini!"
"Suat, Suat abim kendine gel, bak bize ne olursun?"
Ali'nin gözleri arkada kalan Piraye'yi aradı. Piraye'nin gözleri ise Suat'ın dondurması ve ayağından çıkan ayakkabısında takılı kalmıştı. Gözyaşları önünü görmeyecek derecede akarken tökezleyerek, düşerek o yolu bitirip Suat'ın yanına geldi. Gözü ne Nevin'i ne de Gürbüz'ü görüyordu. El yordamıyla ayakkabının çıkan tekini bulup giydirmek isterken Ali'nin ellerini tutmasıyla kalakaldı. "Piraye'm sarsmamak lazım."
"Olmaz, olmaz pabucunu giysin Ali Ata, ne olursun giysin, ayağında kalsın. Benimki de çıkmıştı, tıpkı böyle çıkmıştı ve yıllarca kimse geri giydirmedi, ne olursun giysin." Saçındaki papatyanın Suat'ın yanına düştüğünü gördü Ali Ata. Karısının titreyen ellerinden eskimiş ayakkabıyı aldı ve çocuğu sarsmadan ayağına taktı. Bunu kaybı olan genç Piraye'nin hatrına yapmıştı.
Piraye ağlamaya devam ederken zihni onu geçmişe doğru sürüklemiş annesine ve babasına çarpan otomobilin görüntüsünü izletmişti. Babasının son görüntüsü gülümseyen yüzüydü. Suat'ın ise yüzünü bile görememişti, başı kanıyordu, babasının da annesinin de başı kanamıştı. Kendine her yeni bir sayfa açtığında başına bir kötülük mü gelmek zorundaydı diye düşündü. Sonunda kan mı olmalıydı her güzel şeyin?
Sağlık ekipleri gelip boynuna bir boyunluk taktıktan sonra hemen götürdüler çocuğu oradan. Arkasından ağıt yakan Nevin ve abisi de gitmişti. Piraye, Suat'ın kanının sızdığı yere bakmaktan başka bir şeye odaklanamıyordu. İki elini birden kalbine götürerek dua etmeye başladı. "Allah'ım ne olursun, ne olursun alma onu da yanına. O daha çocuk, bahçede cıvıl cıvıl koşmayı yaramazlık yapmayı hak ediyor. Sen Suat'ı bize bağışla."
Ali Ata karısının gözündeki yaşları silerek bağrına bastı. "Piraye'm nefes al, sakinleş. Önce kendine iyi davran ki Suat'ın yanına gidecek gücü bulasın." Saçlarını öptükten sonra daha fazla o manzarayı görmesin diye kucaklayıp kaldırdı oradan. Uzakta bir ağacın dibine götürüp daha rahat sarıldı. Titremeleri azalsın diye kulağına onu sakinleştirecek ne varsa söyledi. Artık iç çekmeleri azalan Piraye, Ali Ata'ya baktı. "Orada yalnız değil en azından değil mi, ben yalnız kalmıştım."
"Değil güzelim. Annesi tüm kötülüğü hak etse de acısı çocuğundan çıkmamalı. Annesi yanında, abisi yanında şimdi istersen gider amcanı da alır götürürüz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pamuk Şeker
Teen FictionBu kitap 1985 yılında geçen naif bir aşkı anlatıyor.🍀 Bir heves uğruna ailemi kaybettiğimde kendi evimde kül kedisine dönüşeceğimi bilmiyordum. Dahası yengelerimin baskılarına, kendimi hapse attırmak isteyecek kadar tahammül edememiştim. Her şey be...