Bölüm 41. Ölüm ve Doğumun Biçare Hediyesi

754 95 27
                                    


Merhaba pamuk şekerlerim nasılsınız?

Oy vermeyi lütfen unutmayın ✨

Paylaşana kadar bölümün başına neler geldi neler. Benim oğluş hastalandı tamamlayamadım, tamamladım internet koptu yazdığım bölüm kaydolmadı baştan yazdım derken nihayet buluştuk 🫂

Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın, sizi çok seviyorum🌸

Gelişmelerden haberdar olmak için beni Instagramdan takip edebilirsiniz: t.k.yildirim












Ölümün son ödülü bir daha ölmemektir.
Nietzsche





Bölüm 41. Ölüm ve Doğumun Biçare Hediyesi

Bir tarlayı ekmek için önce üzerindeki taşları ayıklamak lazımdı. Tarlayı sürmek, toprağı havalandırmak, tohumu ekmek, gübrelemek, sulamak ve ilgilenmek gerekiyordu. Hayat da böyleydi, ruhumuzu havalandırmak, içimizdeki taşları ayıklayıp kurtulmak, gerektiği zaman da nadasa bırakmak gerekiyordu, dinlensin ve daha verimli hale gelsin diye.

Suat da şu an içindeki ruhu nadasa vermiş gibi hiçbir şey yapmadan bekliyordu. Ona koltuk deyneklerini götürmüş ve heveslendirmek istemiştim ama renklerini bahane ederek beni geri itmişti. Baba evime, çocukluğumu geçirdiğim bu eve girmek artık benim için kolay olmasa da bunu onun için yapmıştım lakin bu hususta başarısız olup çıkmıştım. Yanında sürekli koşturup duran Faruk'u görmesi onu iyice harap ediyordu. Asıl mesele mektep açıldıktan sonra yaşanacaktı ve tehlike çanları geliyorum dercesine kulağımızda uğulduyordu.

Yaz aylarının son demlerine girdiğimiz şu günlerde Ali Ata'nın bekar evinden taşınmış ve güzeller güzeli yeni evimize yerleşmiştik. Sonunda Feridun ve Yarkın da eski düzenine geçip rahatlamışlardı. Çıkmadan önce orayı, çıktıktan sonra da burayı temizlediğim için biraz yorulmuştum ama kurduğum yuvanın yanında lafı bile olmazdı. Satı annenin getirdiği erzakların yarısını da oraya bırakmıştım kışın yesinler diye, zaten orada fazla eşyamız olmadığı için birkaç çantayla çıkıp gelmiştik yeni evimize. Henüz ufak tefek eksikleri vardı ama asla gözüme batmıyordu. Evi ev yapanın içindeki eşyalar değil yanındaki canan olduğunu anlayalı çok olmuştu. Bu yüzden ufak bir kapriste bile bulunmamıştım. Oturacak kadar kanepemiz, uyuyacak kadar yerimiz yeter de artardı. Bunun mutfağa da çok fazla şey almamıştım. Bizi döndürsün gelen misafire ikramlık çıkaracak kadar eşyam olsun istemiştim. Dünyevi eşyalara doymayan gözler her zaman daha ve çok daha fazlasını istiyordu.

Evlenirken mesela, sen yeni yuva kuruyorsun şunu da al bunu da al safsatalarından insana gına geliyordu. İnsanoğlu bir gün azın çoktan daha iyi ve manevi olduğunu anlayacaktı. Yine atalarımızın bir sözü vardı ki o da; nerede çokluk orada bokluktu.

Evin pembe duvarlarına hiç dokundurmamış yalnızca yatak odamın beyaza boyanmasını istemiştim. Orada ruhumuza da beyaz bir sayfa açalım istemiştim. Üzerimize geçirdiğimiz önlüklerle birlikte küçük odayı Ali'yle bir güzel şımararak boyamıştık. Bir süre sakar olduğunu iddia ederek beni de boyamıştı, başka bir süre çok dikkatli olduğunu iddia edip zer zerremdeki boyayı itinayla temizlemişti. Eh, biraz fırsatçıydı lakin ben bu fırsatçılığa bayılmıştım.

Müstakil evimiz karakol tarafına daha yakın olduğu için komşularımın eski komşularımla uzaktan yakından alakası yoktu, daha tekin bir yerdi. Yan evdeki tonton teyze ve amcamız bizi neredeyse kendi çocukları yerine koyup öyle sevecen davranıyorlardı. Bir de şöyle güzel bir olay başımıza gelmişti; babamın küçük bir arazisi bulunduğumuz yere oldukça yakındı. Bu da orayla ilgilenip kendime yeni meşgaleler bulabilirim demekti. Ancak önce bahçemin içini düzene sokmalıydım. Ali bahçede bir yeri özellikle işaretlemiş ve oraya kesinlikle bir şey ekmememiz konusunda beni uyarmıştı, ne için olduğunu sorsam da cevabını öğrenememiştim.

Pamuk ŞekerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin