23

280 23 2
                                    


23

Charles Dickens'in İki Şehrin Hikayesi'ndeki giriş cümlesi büyük beğeniler toplamış ve birçok kişi tarafından dile getirilmiştir:

Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana- sözün kısası, şimdikine öyle yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece "daha" sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırabileceğini iddia ederdi.

Bunu yaşayabileceğim aklımın en ücra köşesinden dahi geçmemişti. Ama gel gelelim ki hayat denen olgu insana birçok olmaz denileni öyle güzel yaşatıyordu ki aklın hayalin almıyordu. Söylemem dediğin her şey söyleniyor, yapmam denen her şey yapılıyordu.

İki ay önce taşınmıştık. İstediğim gibi sıradan bir apartmana taşınmıştık. Evi, atandığım hastaneye yakın bir yerde tutmuştuk. Öncekine nazaran kimseden yardım istememiştik, her şeyi kendimiz yapmıştık. Cihangir'in artık yeni bir ekibi vardı. Görevlere henüz çıkmasalar bile planları uzun saatler alıyordu. Eve geç geliyor, erken çıkıyordu. Konuşmalarımız oldukça azalmıştı; birbirimizi görmüyorduk, görsek dahi hal hatır etmek dışında konuşmuyorduk. Giderek benden koptuğunu hissediyordum ve hiçbir şey yapamıyordum.

Verda'nın söz verdiği gibi nerede olduğumuz fark etmeksizin görüntülü konuşuyorduk. Çocukları da onu da çok özlemiştim. Burada çok yalnızdım. Kimseye bir şey belli etmesem de solup gittiğimi hissediyordum.

Bebeğim düşmeseydi sekiz aylık olacaktı. Zorlukla yutkundum. O, şimdi amcalarıyla cennette oynuyordu.

Balkonumda otururken askı iplerime çarşaf düşüverdi. Başımı yukarı kaldırdım.

"Çok özür dilerim, elimden kaydı," dedi genç komşum. On dokuzunda anca vardı. Hafifçe tebessüm ettim.

"Sorun değil," dedim.

"Müsaitseniz almaya gelebilir miyim?"

"Elbette," dedim. Kahvemi bitirip mutfağa götürdüğümde kapı çaldı. Çarşafını düzgünce katlayıp kapıyı açtım. Oldukça tatlı bir kızdı. Hayattan umudu kırılmamış, bala çalan gözleri pırıl pırıl. Yanakları olgunlaşmaya başlamış elma gibi kırmızıydı. Dudakları vişne rengiydi.

"Tekrar özür diliyorum sizden, rahatsız ettim."

"Sorun değil," dedim. Çarşafı uzattığımda zorlukla kucakladı. Elini uzattı.

"Ben Suna," dedi. "Üst komşunuzum."

"Leyla," dedim. Başını salladı. "Cihangir komutanın eşisiniz," dediğinde sessiz kaldım. "Kocam onun ekibinde."

Yüzümü buruşturmak istesem de kendimi tuttum. Yine ekipten biriyle aynı yere düşmüş olmam bana hayatın kıçıyla gülmesi demekti.

"Kaç yaşındasın?"

"Yirmi," dedi.

"Kaç senelik evlisin?"

"İki." Sessiz kalmamdan utandı. "Ailem benim okumama izin vermiyordu. Selçuk da bizim köylü. Köye düğüne gelmişti. Beni okutma sözü verdi, evlendik."

Bunun derininde çok daha fazla şey vardı ama sormadım. Ne kadar çok şey paylaşırsan o kadar bağ kurarsın ve benim gönlümde kimsenin yasını tutacak yer kalmadı artık.

KOKUNUN İZİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin