"Deniz, hadi ama."
Çökmüş vücudumu zar zor Ege'ye çevirerek suratına baktım. Hâlâ ağlamaya devam etmek istiyordum. Sanki gözyaşlarım bana ait değillerdi. Onları kontrol etmek mümkün bile değildi.
"Tek istediğim hızlıca yurda gitmek Ege, cidden başım ağrıyor." diye son bir haftadır yaptığım gibi Ege'yi geçiştirdim.
"Deniz, yazsan şu çocuğa?" diye suratıma bakarak konuştu Ege, o kadar yavaş ilerliyorduk ki sanki dünya üstüme üstüme geliyordu. Gökyüzü bile benim için dardı.
"Ne diyeyim Ege? Olmuyor işte, olduramıyoruz. Olsa ben de her şeyimi veririm." diye isyan edercesine konuştum. İster istemez gözlerim doluyordu, kendim ayrılmak istediğimi söyleyince her şey daha da kabak tadı vermeye başlamıştı.
"Kanka, ayrılırken bile seni seviyorum diyip ayrılan evrendeki tek çiftsiniz. Sizin neyiniz olmuyor?" dediğinde Ege, kampüsün tam orta yerinde adımlarımı durdurdum. "Ege, yorgunum. Konuşmayalım artık."
Bir süre suratıma bakarak konuşmaya devam edip etmeme arasında bana baktı, sanırım fazla bitik gözüktüğüm için en sonunda ikna olmuştu. Artık adımlarımızı sessiz ve son derece hızlı atıyorduk, etrafa bakmıyordum. Çünkü bulutlar bile bana, onu hatırlatıyordu. Kafamı çevirdiğim her yerde onu görüyordum.
"Bir haftadır kitap yüzü açmadın ama-" diyerek devam edecekken Ege gözlerimi direkt ona diktim. "Atlatacağım, tamam mı? Zamana ihtiyacım var, dört yıldır hayatımdaydı ve iki buçuk yıldır sevgilimdi. Sence 'ha' diyince unutabileceğim bir şey mi bu?" diye sinirle konuşmaya devam ettim, fakat Ege'nin gözleri benim üzerimde değildi. Sürekli arkamda bir yerlere bakıp duruyordu.
"Neye bakıyorsun?" diye sinirle dürttüğümde "Kanka, senin bu çocuk buralara geleceğini ima etti mi hiç?" dedi. Ve o an, tüm vücudum acil durum ışıklarını yakmaya başladı. Kalbim burada olmasını dilerken beynim tam tersini iddia ediyordu. Fakat her şey gözlerimin görmesiyle bitmişti. Bir haftadır her yerde aradığım o kişi, birkaç metre ötedeki kaldırımdaydı.
Tanrı beni sınıyordu, onu bu kadar uzağa koymuşken şimdi de tam dibime sokmuştu. Şaka gibi geliyordu, belki bir halüsinasyon? Ya da rüya?
"Ben yanlış görmüyorum, değil mi?" diye konuştuğumda Ege şaşkınca suratıma baktı. "Sana diyeyim brocum, bu çocuktan daha iyisini bir daha bulamazsın."
Ben hâlâ yüzüne şaşkın şaşkın bakarken "Oğlum, gitsene çocuğun yanına." diyerek beni karşı kaldırıma ittirdi.
Sadece yüzüne bakıyordum, yüzünde hiçbir ifade yoktu ama üşüdüğünü görebiliyordum. Yanakları al al olmuştu ve ellerini de paltosunun ceplerine sokmuştu, sırtındaki çanta sanki onu yere çekmek istiyordu. Mahçuptu, gözlerindeki mahcubiyeti hissetmiyordum; yaşıyordum.
"Deniz?" diyerek konuştuğunda sesi titremişti, gözleri de doluyordu. Ve o karşımda bu şekilde dururken ben kendimi nereye sığdırmam gerektiğini bilmiyordum. Karşımda onu bu şekilde görene kadar ona kızgın olduğumu düşünüyordum. Ama şimdi yüreğimin her yerini merhamet kaplamış gibiydi, ben bu merhametin altında ezilip kalıyordum.
"Özür dilemek için şey-" diye konuşacakken kampüsün ortasında olmamızı, kimsenin bizi görüp görmeyecek olmasını umursamadan kollarımı boynuna sardım. Kulakları soğuktu ve boyun girintimde ısınsınlar istiyordum, onu ısıtmak istiyordum.
İlk birkaç saniye bana karşılık vermedi, onu bu şekilde bir şeylerin altındayken görmek beni üzüyordu. Ona kıyamıyordum.
"Sen beni çıldırtacaksın." diye fısıldadığımda gözyaşlarım çoktan akıvermişti, ondan önce ağlamıştım. Oysaki o benden çok daha beter durumdaydı, ayakta bir kuş tüyü misali kaldığını görebiliyordum.
"Üşümüşsün." dediğimde sıcak elimi soğuk yanağına koydum. Kıkırdamaya çalıştı fakat son derece başarısız bir girişimdi. "Ağlama." dedi. Sesi titriyordu, ve bana ağlama derken gözünden bir damla yaşı firar ettiriyordu.
"Eşşeksin." diyip o tek damla yaşı suratından sildim.
"Deniz?" diye tekrar sorar tonda konuştuğunda "Sadece birkaç saniye susalım." dedim. Öylece gözlerime bakıyordu, boynumdaki atkıyı yavaşça çözüp çıkardım ve onun boynuna sarmak için uzandım. "Sen üşürsün." diye beni durdurmaya çalıştı.
Şu an gözlerinde benim ona kıyamadığım ifadenin aynısı vardı, göz bebekleri bile titriyordu. Sürekli yutkunuyordu ve adem elması yukarı aşağı haraket ediyordu. "Kes sesini, Akdeniz bebesi." dedim ve atkıyı daha da sıkı olacak şekilde boynuna sardım. "Dua et, ben seni boğmuyorum bu atkıyla."
Karlı zeminde gıcırdayan botlarımızla yürüyorduk. Ve o çok rahatsız duruyordu, üst geçitten geçerken cebinden sigara paketini çıkardı ve bir dalı çıkarıp dudaklarına koydu. Eliyle rüzgarı siper ederken onu bekledim. Sonra bir süre daha devam edip üst geçidin en tepesinde durduk, sırtını demir parmaklıklara yasladı ve sigarasını içine çekmeye devam etti.
"Ziyan ediyorsun cidden sigarayı." diyerek suratına baktım, alışkanlığından hâlâ vazgeçmemişti. Sigaranın yarısını içine çekiyor, yarısını da çekmiyordu. Omuzlarını silkip tekrar sigarayı dudaklarına götürecekken onu durdurdum ve sigarayı parmaklarının arasından kendi parmaklarıma geçirdim. Ve bunu yaparken özellikle dudaklarına temas etmiştim.
Gözaltları feci durumdaydı ve dudakları da kurumuştu, gözleri kıpkırmızıydı. Günlerce hem uyumamış hem de ağlamıştı büyük ihtimalle.
Sigarayı yavaşça dudaklarımın arasına götürürken aldığım mentol kokusuyla biraz duraksadım. Lisedeki arkadaş gurubum yüzünden sert sigaralar içmeye alışkındım.
İlk nefesimde biraz daha duraksadım, gözlerini bana dikmiş tüm dikkatiyle suratımı inceliyordu. Garip bir meyvenin tadı, mentol tadına karışıyordu. Tütün malzemesinden çok uzaktaydı. "Ne bu, meyveli sakız felan mı? Bir de bunu tam çekmiyordun içine?" diye alay ettiğimde gözleri tamamen gözlerime odaklıydı. Hafiften de kar çiselemeye başlamış ve birkaç tanesi saçlarına düşmüştü.
"Oris, mangolu ve mentollü..." diyip sigara paketini cebinden çıkardı ve avucumun arasına bıraktı. Sadece refleks olarak paketi açtım. "Beyefendiye bak, mangolu sigara içsin kala kala son iki tanesini de bize versin." dediğimde paketi avucumdan aldı ve iki sigaraya da iki saçma buse kondurdu. "Artık bunlar şans sigarası ama." dedi.
"Bunları nereden buluyorsun? Burada hiçbir yerde görmedim böyle bir şey." dedim.
Bir süre suskun kaldı, ben de karşısında durmaktan sıkılıp onun yaptığı gibi üst geçitten arabaların geçişini izlemeye başladım. Kar taneleri düşüyor, beyaz bir görüntü oluşturuyor ve anında kaybolup çamura dönüşüyordu. "Kıbrıs'tan yolluyor kuzenim."
"Ooo, zengin işi yani?" diyerek oyuncu bir şekilde omzuna dokundum. O da ufak bir sırıtmayla karşılık verdi, geldiğinden beri ilk kez gerçek anlamda sırıtıyor gibiydi.
"Türkiye'de içtiklerimden ucuz, ayrıca tütün bağımlısı olmak istemiyorum. En iyisi."
"Zaten bağımlı olamayacak kadar kötü bir içicisin." dediğimde kafasını bana çevirdi.
"Hiçbir şeye bağımlı olmak istemiyorum." dedi. Ciddi bir yüz ifadesi takınmıştı. "Ama sana bağımlı olmak çok farklı bir şey." diye de devam etti.
"Atlas, ben sensiz yapamam." dedim, günlerdir kafamda olan ve günlerdir beyninde döndürdüğüm cümleleri ilk kez sesli bir şekilde söylemiştim.
"Deniz, bana yardım etsene. Bana yaşamayı öğretsene."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...