Atlas'tan;
Gözlerimi kapattığımda dünyayı ayaklarım altına alabilirmiş gibiydim, ortamın siyah beyaz bir havası vardı. Fakat beyazın ağır bastığı bir noktadaydık. Duygularımızı ifade etmek için kelimelere ihtiyacımız yoktu.
"İnanmıyorum, çocukken de çok garipmişsin." dedi ve gülmeye devam etti, gülmek ona yakışıyordu.
İkimiz de gülüyorduk, ortama giren gülücükler sessiz bir ağrı kesici gibiydi. Etkisini göstermesi uzun zaman alsa da acıyı keseceğine olan inanç büyük etki yaratıyordu.
"Yani, sayılır." dedim. Ellerim yine ait olduğu yerde, kıvırcık saçlarının arasındaydı.
"Zaman insana ne çabuk ihanet ediyor değil mi? Yirmilerinde olan biri için belki de fazlaca bencil bir cümle bu, ama büyüdükçe o burukluk hissi daha da artıyor." dedi.
Annesinin ölümü Deniz'de sanırım böyle bir etki bırakmıştı, eski bıcır bıcır hâli yoktu. İnsan böyle mi büyüyordu? Dünya insana bir kez tekme atınca hemen de büyüyesi geliyordu.
"Sence aşk ne anlama geliyor?" diye tekrar konuşmayı değiştirdi, ellerim saçlarında bir süre duraksadı. Sanki titremiş miydi de?
"İmkansızlığın ucundaki o ufucuk mümkünat, aşkı böyle tanımlardım. Ama altındaki anlamı sorsalar sadece Deniz derim." diye yanıtladım. Gözlerini kocaman kocaman açmış, onu iyileştirecek sözleri dudaklarımın arasından çekmeye çalışıyordu.
Tıpkı bir zamanlar olduğum gibiydi, seven sevene gerçekten de benziyordu.
Güldü, gülerken kafasını geriye atmış ve kedi gibi başını bacaklarıma sürtmüştü. Eli karnının üstünde bacakları da havadaydı, ayaklarını da duvara koymuştu. Ben de elimin biriyle destek almış, omzumu da ranzaya yaslamıştım.
Neredeyse iki gündür böyleydik, arada yemek yemeye ve taziye verenleri kabul etmeye gidiyorduk. Açıklama yoktu, kimseye derdimizi anlatmıyorduk. Sadece bir arkadaştım, ya da çok kurcalarsalar en yakın arkadaş. Oda kapalı, tıklatarak namaz kılmaya giren birkaç teyzeyle anında düzelmek dışında tamamen özgürüz. İlk kez bu kadar özgürüz. Şimdiyse evde kimse yok, baba uzaklarda. Deniz'in söylemesine göre baba hiçbir zaman yakınlarda olmamıştı da zaten.
"Peki, sen?" dedim. Kapşonlumun ipini çekmiş ve ucuyla uğraşmaya başlamıştı.
"Tatlımı paylaşacağım o kişi, işte aşk budur." dedi. Gözlüğünün camlarına avizenin ışığı çarpıyordu, oradan kendi yansımamı görüyordum.
Çalışma masasına doğru baktım, gözlerimi ondan çektiğimde "O masada o kadar çok anım var ki..." dedi. Devam etmesi için suratına baktım.
"... üniversite sınavı zamanı her ay bir video çekerdim, seninle test kitabının başında o masada konuşuyordum. Hatta ilk fotoğrafımı da sana bu masadan attım."
"Hangi fotoğraf?" diye düşündüm. Bir süre durdu, sırıtıyordu. Onu gülerken görmek çok güzeldi fakat sanki gülüşü bile değişmişti.
"Hadi bul bakalım, ben sana ilk ne fotoğrafı attım?"
Benim kapşonlumun ipiyle kendi kapşonlusunun ipini birbirine bağladı, kırmızı ve siyah ipler birbiriyle düğüm olmuştu.
"Hatırlamıyorum ki, test çözerken atmadın inşallah?" dediğimde "Video anlatım föyü de bir parçasıydı ama ana tema başkaydı, bununla dalga da geçmiştin." dedi.
Kamerasını çıkarmış ve kırmızı-siyah düğümün fotoğrafını çekmişti. Sonra kamerayı bir anda bana tutunca şaşkınlıkla duraksadım. "Evet sayın Atlas efendi, sana ilk neyin fotoğrafını attım?" diye sordu, kameraya bir şaşkın gibi bakıyordum.
"Hatırlamıyorum!" diye en sonunda isyan ettim, sondaki 'm' harfini uzatıp dudağımı büzmeyi de ihmal etmemiştim.
"Komşu teyzenin yaptığı beş çayı tabağının fotoğrafıydı!" diye kızarmış gibi konuştu, kamerayı öne almış ve şimdi ikimizi de çekmeye başlamıştı.
"Sevgili olma tarihimiz?" diye sorduğunda tekrar şaşkın şaşkın suratına baktım, bunu da hatırlamadığım için kendimi kötü hissetmiştim, ama biz şimdiye kadar bu tarz konular hakkında da takıntı haline gelmiş bir ilişkiye sahip de değildik.
"Şimdi, şöyle ki kıvırcık aşk..." diyip ellerimi önümde birleştirdiğimde ondan bir kıkırtı geldi, daha fazla kendini tutamamış olacak ki gülmeye başladı.
"Ben de hatırlamıyorum ki balım!" dedi, o kadar içten kahkaha atıyordu ki onu ısırmak ve hatta kalbimde saklamak istiyordum.
"Eşek sevgilim."
Karnını tutmuş ve gözünden düşen kahkaha yaşlarını elinin tersiyle silmişti. Bu durum onu daha da tatlı yaparken dayanamamış ve eğilip dudağına belki de tüy kadar hafif bir buse kondurmuştum, bu ona yetersiz gelmiş olacak ki kafamı kendine çekip daha uzun bir öpücük bırakıp beni bırakmıştı.
"Balsın, bal..." dedi, bir şey diyemedim. Sessizliği korumaya devam ettik, avizeyi izliyordu.
"Sanırım, annemi yine de özleyeceğim."
Gözünden düşen yaşını tekrar sildi, bu sefer sebebi farklıydı.
"Sanırım annemi değil, onun varlığını özleyeceğim. Anne varlığını... Çünkü ben onu değil, onun anneliğini özlüyorum sadece."
Ne kadar çok düşünüyordu bilmiyordum, elinden tutup onu çekebilecek bir şey bulamıyordum.
"Kendine eziyet etme yine de." dedim, saçını kenarıya ittirmiş ve alnından boynuna kadar işaret parmağımla ufak bir yol izlemiştim.
"Bilmem, bu bir eziyet sayılır mı ki? Sadece öteki dünyada tanrının annem konusunda yakama yapışmasını istemiyorum." dedi.
Cevap vermek, belki de çok şey söylemek istedim. Fakat birkaç saatlik yalnızlık çalan kapıyla son buldu, ben de söyleyeceklerimi içimde sakladım. O kapıyı açarken ben de videoyu kapatıp telefonu cebime attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...