Atlas'tan;
Şimdi eskisinden iyiydik, eskisinden iyinin ne kadar olduğunu ben de bilmiyorum. Fakat yine de eskisinden iyiydik.
"Yarın döneceğim." dedim. Turuncu sokak lambasının ışığı altında, soğuk hava yüzünden ağzımızdan buhar çıkara çıkara yürüyorduk.
"Gitme diyemem ki." dedi. Durgundu, son bir haftadır hep durgundu da. Ama bir yanı daha da güçlenmişti, gözlerine baktığımda garip bir kararlılığın izlerini derinlerimde hissedebiliyordum.
Koluma girmişti, benim de ellerim ceplerimdeydi. Bilerek adımlarımızı daha da yavaşlatmıştık. Sanki adımlarımızla zaman da yavaşlayacaktı.
"Yurtdışına gitme konusunda hâlâ kararlı mısın?" diye sordu. O da bir elini cebine atmış ve adımlarını benimle aynı anda atabilmek için kafasını yere eğmişti.
"Bilmiyorum ki, şu an hiçbir şeyi derin derin istemiyorum." dedim. Bir süre sessiz kaldık, tamamen kendi halindeydi. Onun bu yönünü, hayattan ve dünyadan tamamen kopmuş yönünü, daha önce hiç görmemiştim.
"Nereye gidersen peşinden geleceğim." dedi, kaşlarını çatmıştı. Suratı o kadar kararlı ve keskin duruyordu ki, bu tanıdığım Deniz mi emin olamıyordum.
"Düşünmekten yoruldum, artık kafamda tek yönlü bir yol var. O yol da Atlas Efendi nereye giderse oraya çıkıyor." dedi. Sonra adımlarını durdurdu ve tam da karşıma dikildi. Elimi avucunun içine alıp yara izlerinin olduğu yerleri ilk kez bu kadar açık bir şekilde açığa çıkardı. Dümdüz oraya bakıyordu.
"Eh, Atlas Efendi ölmeyi tercih ederse ölürüz. Yaşamayı tercih ederse de yaşarız."
Yara izlerini sanki ellerim kırılgan birer cammış gibi okşadı.
"Mezun olana kadar bekleyebiliriz bence birbirimizi, tatillerde de görebilirsek görürüz." dedi, umutlu konuşuyordu.
Bir şey demedim bir süre, fakat benden bir cevap; en azından ufacık da olsa bir onay beklediğini anlayabiliyordum.
"Kıvırcık sevgilim?" dedim, kafasını kaldırmış ve gözlerime bakmıştı. Onu kendimden kötü görmek zordu.
"Senin de ailen var Atlas, biliyorum. Senden bencilce şeyler isteyemem, belki sen de evlenmek istersin; bir çocuğun olsun istersin. Aileni güzel bir evlilikle mutlu etmek istersin, bencilce sadece bana odaklanmanı istemem doğru olmayabilir."
Devam edeceği sırada elimi dudaklarının üstüne kapattım ve onu susturdum. Daha sonrasında da alnını alnıma yasladım. Tepeden tepeden bana bakarken konuştum; "Birlikte İtalya'ya gidelim madem, beyaz parmaklıklı balkonumuzda şarabımızı içelim." dedim.
Elimi dudaklarının üstünden çektiğimde sırıtmaya başlamıştı. Gözbebekleri bile gülüyordu.
"Evine buzdolabını ben alacağım, ayrıca her yeri sen dizayn etsen de yatak odasını bana bırakacaksın." dedi.
Yüzündeki o buruk ifadenin altında kalan umut kırıntıları bir çocuğun masumane mutluluğu gibiydi, onu incitmek suçsuz ve suçu da olamayacak bir çocuğu idam ettirmek gibiydi.
"Evimizi birlikte dizayn edeceğiz." dedim, daha da sırıtarak gözlerime bakmıştı.
"Kaç zaman önce kapısını açıp girdiği eve, hâlâ evim diyemeyen sensin." diyerek omuz silktim.
Bir şey söylemedi, tekrar koluma girdi ve bu sefer kafasını da hafifçe omzuma dayadı.
"Dünya küçük yer Atlas, çok küçük bir yer. Zamanımız da kısıtlı ama yine de bence mutluluğu hak ediyoruz." dedi.
"Senin istediğin gibi bir köpek de alırız."
Bir süre durdu, düşünür gibi yaptıktan sonra "Ama ben köpeklere alışamam, kedi alırız. Adını da senin istediğin gibi Dante koyarız." diye konuştu.
Heyecanını ben yüreğimin en derinlerinde hissediyordum. Cevap vermek içimden geçse de bir şey söylemedim.
"Balım?" diye sordu, kafamı ona çevirdiğimde bunu konuşmak için bir onay olarak algılamış olacak ki devam etti.
"Ben aslında hiçbir zaman kafesten çıkmayı umut etmemişim biliyor musun? Şimdi de çıkmadım, sadece kapısı açılınca yanıma birinin gelmesini bekliyormuşum." dedi.
"Annem ölünce ben kafesten çıkmadım, sadece açık kapıdan seni de soktum." dedi.
"Seni seviyorum Deniz." dedim, artık daha fazla ne şekilde cevap verebileceğimi bilmiyordum.
Doğrudan gözlerime bakarken ben de ona baktım, soğuktan kulakları kızarmıştı. Kafamdaki bereyi çıkarıp ona taktım, ufak bir tebessümle beni karşıladı.
"Atlas, seni çok seviyorum." dedi, nerede olduğumuzu umursamadan kafamı kendine doğru çekip dudaklarıma sert ve bir o kadar da duygu dolu bir öpücük bıraktı. Soğuk elleriyle yanaklarımı tutmuş ve beni kendine daha da yaklaştırmıştı.
Sanki bu öpücükle ikimiz de nefes alıyorduk, evrendeki tüm oksijen birbirimizin dudakları arasına sızmış be sıkışmış kalmıştı.
Beni uzaklaştırma niyetinde geriye doğru adımladığında tekrar onu belinden tutmuş ve bir süre daha dudaklarında nefes almıştım.
Ondan ayrıldığımda dudaklarına bakmaya devam ettim. Sırıtıyordu, alnım tekrar alnına yaslı bir şekilde durdum.
"Çok çalış, mezun olana kadar çok çalışalım ve seni hep göreyim olur mu?" dedi, elleri hâlâ yanaklarımın üstündeyken kafamı salladım.
O gece orada saatlerce durduk, gelecekten bahsettik. Bazen geçmişten de konuştuk, bazen annesinden ve bazen de annemden... Fakat o gece sonsuzluğun içine karıştık. O gündelik sohbetlerin her birinde ne olacağına karar vermenin verdiği rahat bir huzurun tadı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...