Bölüm-40

34 5 14
                                    

Şimdi öğretmen evindeki küçük odadaydık, garip bir tınısı vardı bu odanın. Adım attığımız her parke ayaklarımızın altında gıcırdıyordu. Sessizlik sık sık aramıza sızıyordu. Konuşacak çok şeyimiz vardı ama susmayı tercih ediyorduk çünkü kelimeler aramıza girince eskisi gibi olmak eskisinden de zor oluyordu.

Çünkü büyümüştük.

On sekiz yaşındaki biz gibi değildik, hayatın ciddiyetini görüyorduk. Onun bizimle alay etmediğini, çocuk duygularının yetişkinlerin dünyasında bir anlamı olmadığını anlamıştık.

"Daha önce de öğretmen evinde kalmıştık annemlerle, ama nedense ilk kez bu kadar yalnız hissettirdi." dedim dürüst olarak. Sanırım onun yanında kelimelerimi normalden çok daha fazla seçiyordum, çünkü o kelimelerin arkasında yatan büyüyü diğer insanlardan çok daha iyi kavrıyordu. Derin ve kendisinden bile büyük bir kalbi vardı.

"Belki de benim etkimdir." dedi ve gülümsedi. Tıpkı benim yaptığım gibi sarı, yeşil ve parlak yatak örtüsünün üstüne oturdu. Çok yakınımdaydı ama en ufak bir temas bile yoktu, o bana temas etmeye bile korkuyordu. Teninin sıcaklığını tenimde hissettiğimde bile anlıyordum bunu.

Ama umursamadım, böyle anılarımız azdı. Onun kaç kez gördüğümü ya da görebileceğimi bilmiyordum ve ona ihtiyacım vardı. Yatakta onun bacağına doğru uzandım, belki saçlarımı okşardı. Gerçi okşamasaydı da olurdu.

Kafam bacaklarının üstündeyken ne yapması gerektiğini şaşırmıştı, ilk kez onu pozisyonda görüyordum. Adem elması, hafif kirli sakalları ve gergin çene hattı... Tamamen Atlas olmak için doğmuştu sanki.

"Bana balkonunu anlatsana, yaşadığın evi. Duvarlarında neler var? Evin içindeki en sevdiğin şey ne?" diye sordum. Kollarını yatağa yaslamış ve başını da beyaz ama sigaradan sarıya dönmeye başlamış duvara dayamıştı.

"Hayali evimin mi?"

Bunu çok değişik bir tınıda söylemişti; bir yanı tamamen bir yalandan bahsediyor gibi, diğer yanı da tamamen bir gerçeklikten bahsediyor gibiydi. Bir tarafı tamamen gerçek fakat son derece de yalan.

"Hayali değil o." dedim. Duvara yasladığı kafasını bana çevirmiş ve ona bakmama neden olmuştu.

"Bilmem, ilgilenmiyorum." dedi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra telefonumu çıkardım ve çalma listemden rastgele bir şey açıp gözlerimi kapattım. Müzik çalmaya devam ederken bizi ağaçların arasındaki bir nehirin kenarında hayal ettim, güneş ışığı beni rahatsız ettiği için gözlerimi kapatmıştım. O da yorgun olduğu için değil, mutlu olduğu için kafasını bir ağaca yaslamıştı.

"Süryani şarabının nasıl bir tadı var?"

"Tatlı." dedi sadece, sanki o anı yaşamamı istediği için fazla ayrıntı vermek istemiyordu. Ya da sadece konuşmak istemiyordu, belki de gün içinde konuşmaktan da yoruluyordu.

"Peki, balkon? Balkonumuz nasıl olacak?" diye sordum.

Elini almış ve saçlarımın arasına daldırmıştım, çekinmiyordum. Normalde daha utangaç bir yapım olduğuna inanırdım, ama gerçekten de Atlas'ın yanında bambaşka bir Deniz'dim.

"Siyah demir parmaklıklar?" dedi. Sesi gülümser gibi çıktığı için hemen gözlerimi açtım, onun gülümserken görme fırsatını kaçırmak istemiyordum. Dişlerini hafif gösteriyordu, fakat buruk bir gülümseydi. Köpek dişleri normal dişlerinden biraz daha uzundu, yine de çekiciydi. Üst dudağı alt dudağından daha inceydi, çenesinin altında su çiçeği izi vardı.

"Yüzümü o kadar ayrıntılı inceleme." dedi bana, fakat bunu kızar tonda söylememişti. Sakindi, belki de hoşuna gidiyordu. Bu yüzden sola dönüp yüzünü daha da dikkatle incelemeye başladım, elleri saçlarımın arasında geziyordu. Kıvırcık tutamları çekip düzeltiyor ve geri bırakıyordu.

"Anlatsana biraz, balkonu ve evi. Dinlemek istiyorum işte." dedim.

"En değerli şey bir plak çalar olurdu, televizyon masasının yanında kasetler olurdu, krem rengi ve bej karışımı koltuklar, yerde örme halı ve üzerinde de babaannemin evinde olan halının desenlerinden olurdu, belki de koltuğun üzerinde sürekli bir battaniye bırakırdım. Yatağımdan çok orada uyuyacağım çünkü, sigaramı içerken elimin birini koltuktan sarkıtacağım; bir caz parçası plak çalardan yükselecek."

Cebimden kendi sigara paketimi çıkardım, ona içmeyi teklif edecektim ama kendisinin aromalı sigaralarından sonra tercih etmeyeceğini düşünerek yapmadım. Sigarayı dudaklarımın arasına koyduğumda gömleğinin cebine sıkıştırdığı promosyon çakmağını çıkardı.

"Çakmağımın üzerinde bıyıklı bir dede olsaydı, sigara içmekten vazgeçerdim." dedim ve kahkaha attım. Gülmeye ihtiyacımız vardı belki de, dakikalarca çakmağın üzerindeki 'muhtar adayının fotoğrafı'na güldük.

"Bu kadar gereksiz bir şeye ilk defa bu kadar çok güldüm." dedi. Gözyaşlarını silip karnını tutmaya devam ediyordu, sigaramı parkeye silkerken rahat tavrımdan ödün vermedim. "Yurt odasında da mı yere silkiyorsun sigaranı?" diyerek alnıma ufak bir fiske attığında birkaç dakika boyunca numara keserek canım acımış gibi davrandım.

Sonra tekrar aramıza sessizlik sinsice sızdı.

"Peki, duvarlarında nasıl tablolar olurdu? Aile fotoğrafları olur muydu? Büyük siyah bir plak asarsın belki." dedim konuyu tekrar eve getirerek.

"Senin fotoğraflarını yatak odama asardım ama bunlar göze batmazdı, vintage tarzda. Onun dışındaki tüm duvarlar boş kalırdı."

"O zaman beni nasıl görerek uyuyabilirsin? Yatak odasında uyumam dedin, koltukta büzülürüm dedin."

"İşte, sen kalbime ne kadar ağır geliyorsan demek? Görerek de uyuyamıyorum, göremeyerek de." dedi.

Sigaram bittiğinde, sanki her gün sigaramı yere atıyormuşum gibi parkede söndürüp orada bıraktım.

"Yine de evin aydınlık olur bence, mutfağının dolapları kahverengi ahşaptan olur. Bazı şeyleri kendin yaparsın, mesela bir okuma köşesi gibi. Her şey ahşaptan olur ve ahşabın kokusunu hissedebiliriz."

Şimdi yanıma uzanmış ve kafasını göğüs kafesime yaslamıştı, o benim kalp atışlarımı ben de onun nefesinin sıcaklığını hissediyordum.

"İki tane, siyah ve tahtadan sandalye yapardım ya da tabure stili ama rahat olacaklar biraz da. Ahşap ve hafif de eskimiş bir masa olurdu, yaz kış balkonda durduğu için yıpranırdı. Siyah demir parmaklıklar da, hafif hafif paslanmaya başlamış olurdu."

"Tam şarap içmelik ortam işte balım." dedim. Bu sefer saçlarıyla oynanan taraf oydu, odada içtiğim sigaramın kokusu ve onun kokusu vardı.

Onun kokusu, bu sadece kitaplarda var sanardım. Ama onun da kokusu vardı.

"Öyle." dedi. Yine sessizlik... Üzerime geçirdiğim tişörtte onun yattığı yerde ufak bir ıslaklık olmaya başladı, ağlıyordu. Sustum, bir şey sormadım.

Sık sık bunu istediğini söylerdi, sana sarılarak ağlayabilir miyim derdi. Sanırım fırsattan istifade ediyordu. Göğsümde yaslandığı bölge hafif hafif ıslanmaya başlamıştı. Bazen burnunu çekiyordu, ben de saçlarıyla oynuyordum. Bir süre sonra burun çekme sesleri bitti, gözyaşlarıyla ıslattığı göğsümdeki yer üşürmüş gibi bir his bıraktı. Gece yavaş yavaş sessizliğe karışırken biz de ilk kez yan yana uyuduk.

BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin