Bölüm-34

72 11 18
                                        

Telefonum ısrarla çalarken gözlerimi uykunun o azaplı kollarından çekip çıkarmak zorunda kalmıştım.

En son ne zaman bu şekilde uyanmak zorunda kaldığımı bile hatırlamıyordum, ekranda beni arayan ismin kim olduğu umrumda bile değildi. Gecenin bir vakti rahatsız edilmiş olmaktan nefret ediyordum.

"A-alo?" diye zar zor konuşmuştum dört kişilik yurt odamdan çıkıp koridora çıkarken.

Atlas hâlâ cevap vermiyordu, sanırım bir derdi vardı. Belki de Atlas'ın hep bir derdi vardı, bazen bu şekilde bir anda dışa vurası tutuyordu. O iyi bir oyuncuydu, o kendini saklama konusunda oldukça ustaydı.

"Hadi ama balım." dedim. Her zaman sigara içtiğimiz ufak depoya doğru yürüyordum, şu an ne yaptığımı bildiğimi söylemem doğru olmazdı.

Depo kilitliydi, kapısının önünde yavaşça çökerek oturur pozisyon aldım. Sessizdi, fakat arkadan hışırtılar geliyordu. "Yoruldum." diye ilk kez konuştu.

Söylediği şey tamamen anlaşılsa da sarhoş tınısı vardı, düşünceleri muhtemelen yine bu dünyadan olmadığını ona söylemişti. O yine bu dünyaya ait olmadığını hissediyordu.

"Neyden?" dedim.

Burnunu çekmişti, ağlıyordu. Cevap vermiyordu, sarhoş muydu; değil miydi çözmeye çalışıyordum.

"Yaşamak-" ufak bir hıçkırık ve iç çekiş "-tan."

Ne demeliydim? Benim onu teselli etmeye gücüm çok da yetmiyordu sanırım, artık onu sarıp sarmalamaya da korkuyordum. Çünkü o kendine yetmiyordu.

"Sarhoş musun?" diye sordum.

Ne kadar dominanttım, belki de beklediğim o gün gelmişti. Ne bekliyordum ki? Beklediğim o gün neydi?

"Bilmem."

Atlas'ı ne kadar da tanımıştım. Ona kıyamıyordum, aradaki kilometreler yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Evet, bazen yetmiyordum. Yetmediğimi biliyordum ama yine de bana kendini açışını seviyordum.

O böyle biriydi, gücü yetmezdi. Acıyı sevmezdi, fakat fiziksel acıyı zihinsel acıya tercih ederdi. Yorulurdu, dünyanın koşuşturmasından nefret ederdi. Dünyadan nefret ederdi.

Belki bazen kendinden de nefret ediyordu.

"Neden aradın?" diye sordum, sarhoş olduğundan yüzde yüz emindim. Ama bu gece söyleyeceği her şey yine de su götürmez bir gerçek olacaktı.

"Yoruldum işte." dedi yine.

Yaşamaktan değil, benimle yaşamaktan demek istedim. Demedim, bunu ona yapamazdım. Bizim bu melankolik tavırlarımızın onu birkaç adım daha darağacına yaklaştırmasını istemiyordum.

"Anlıyorum." dedim. Yere serilmiş halıyla uğraşıyordum, eskimişti; pisti de.

"Ne gülmek geliyor içimden ne de ağlamak."

"Bence fazla uzatma." dedim. Sustu, onu incitmek istemiyordum. Onu seviyordum, ona karşı çok büyük bir sevgiye sahiptim. Problemleri benim rüyalarıma giriyordu, hayatı hakkındaki tüm önemli kararlar sanki benim kararlarımmış gibi hissediyordum.

Aynı şekilde bu sevginin onun için ne kadar zor olduğunu da görüyordum. Gerçeklikten kopmamak için ne kadar mücadele ettiğini görüyordum.

Çünkü artık o da hayatı kabul ediyordu, büyüyordu. Seviyordu, yıkılıyordu, düşüyordu ve göründüğü kadar güçlü değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı, fakat güçlü olduğu kadar görünmekten de çekinmiyordu.

"Neyi uzatmayayım?" dedi. Sürekli burnunu çekiyordu, ağladığı için mi çekiyordu yoksa bu olayın aldığı alkolle bir alakası var mıydı emin değildim.

"Ayrılmak için aramadın mı?" diye doğrudan sordum, doğrusu bu soru uzun zamandır aklımda olan bir soruydu.

"Niye öyle düşündün?" dedi. Sesi kızgın değildi, 'nasılsın?' diye sormuş gibi sormuştu bunu.

"Saat dört buçuk, herkes uyuyor ve sen sarhoşsun. Sence?" dedim.

Yine burnunu çekmişti, keşke onu görebilsem diye geçirdim içimden. Gözlerine bakmak, tüm yaşayacaklarımızdan sonra onu affetmem için bana yeterdi.

Onu gözlerindeki pişmanlıkla, sevgiyle hatırlamak istiyordum. Çünkü bütün bunlar ona yüktü, bu yükü kaldıramayacak kadar yorgundu. O gerçekten de yorgundu, gözlerini kapattığında uyuyamayacak ya da uyusa bile geçmeyecek bir yorgunluktaydı.

"Bir şey diyeyim mi?" dedi.

O doğrudan ayrılmayı bile istemeyecek kadar düşünceliydi, kendine zarar verse de hiçbir zaman olması gerektiği gibi olmayı aklından geçirmiyordu.

"Dinliyorum." dedim.

"Ben yalnız bile değilim." dedi.

Cümleyi anlamamıştım, hoş ben onu ne zaman anlamıştım ki? Ben sadece onu tanımaya çalışmıştım. Haklıydı, söylediği o garip anlaşılmak unsuru ile ilgili sözlerin ne anlama geldiğini anlıyordum artık.

"Ne anlaşılmak istiyorum ne de anlaşılmamak, ne sevilmek istiyorum ne de nefret edilmek, ne yaşamak istiyorum ne de ölmek. Ben yalnız bile olamayacak kadar karmaşığım."

Sustum, sadece devam etmesini ve bu gecenin oldukça hızlı bitmesini istiyordum. Acı çekmeyi sonraya erteliyordum, bu gece onu sonrasında affedebileceğim bütün kelimeleri ayıklamaya ihtiyacım vardı.

"Bunu sana yapamam biliyorum. Ama ben artık kendime bile katlanamıyorum kıvırcık aşk, kandırmak istemiyorum. Artık yaşamak eskisi kadar zevk vermiyor, önceden gençlik tutkusunu hâlâ yüreğimde taşıyordum fakat artık ona da sahip değilim."

Kendini açıklamasını seviyordum, kendi hakkında konuşmasını ve diğer her şeyi.

"Kendime acımak istemiyorum, senden de bunu beklemiyorum ama benim artık eskisi kadar güçlü olmadığıma eminim."

Sigara yakmıştı, çakmağının sesini ve sigarayı içine çekerken ki o boğuk sesi duyabiliyordum.

"Bu gecenin geleceğini biliyorduk." dedi. Hem burnunu çekmişti hem de kahkaha atmıştı, ağlarken gülüyordu deli. Belki de gülerken ağlıyordu, o karmaşıktı.

"Delisin." dedim. Bütün bunların yaşanacağını bilmeme rağmen yine de öfkeliydim. Karşımda olsaydı bu cümleleri kurduktan sonra onu bir güzel döverdim, iddiasına vardım ki polisin gelmesine neden olacak kadar büyük bir kavga ederdik.

"Yine de beni anlıyorsun."

Emin değildim, onu anlayıp anlamadığımı ben değil; o bilecekti.

"Çok sikik bir herifsin." dedim.

"Ayıldığımda beni engellemiş ol, ayık kafayla seninle tekrardan ayrılık konuşması yapmak istemiyorum. Uykudan beş dakika önce uyanmış biri de pek ayık kafalı sayılmaz, şartlar eşit kıvırcık aşk."

Ne de güzel kendini ikna ediyordu, ne de güzel kendini açıklıyordu. Ona kızamayacaktım, ona öfke de duyamazdım. Şimdiye kadar yaşadığımız her şey nasıl sıradışı bir şekilde gittiyse ayrılığımızda aynı oranda sıradışı bir şekilde oluyordu.

"Siktir git ve yat, sabah bunları konuşuruz."

Ne de olsa ben hâlâ yirmi yaşındaydım, karşımdaki benim sevgilimdi. Ona yıllarımı ve belki de kendimi vermiştim, ayrılığı bu derece kolay bir şekilde kabul edemeyecektim. Ne de olsa ben de geçtim, ne de olsa ben de insandım.

"Sabah beni engellemezsen ben engelleyeceğim." dedi.

Telefonu kapattım, çok ani ve büyük bir sinirle kapattım. İlk kez birbirimize görüşürüz demedik, beni birkaç kez daha aradı. Sadece karşıdaki beyaz duvarı seyrettim.

BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin