Bölüm- 42

22 4 22
                                    

Her zaman olduğu gibi yine ayrılık zamanı gelmişti. Fakat bu sefer o kadar da hüzünlü değildik. Sanırım bu sefer ayrılığın eskisi kadar acı vermiyor oluşu, artık kabullenmiş oluşumuzdandı. Fakat ikimiz de neyi kabullendiğimizi bilmiyorduk. Fakat alışmış, kabullenmiştik.

"Seni seviyorum, kıvırcık sevgilim." dedi başta. İki elini birbirine sürtmeye ve ısınmaya çalışıyordu. Bir süreden sonra bunun ısınmak için yeterli olmadığına inanmış olacak ki sigarasını cebinden çıkarıp geçen geceki çakmağından farklı bir çakmak çıkardı. Siyah, üstünde yıldız desenleri olan oldukça tatlı bir çakmaktı.

"Kaç tane çakmak taşıyorsun böyle?" diyerek alayvari bir ses tonuyla konuştum. Kulakları soğuktan kıpkırmızı olmuştu. Gözleri de aynı şekilde sulanmıştı." iki tane vardı aslında" dedi.Biraz donuk bakıyor gibiydi. Sanki bu sefer de çığlık atıp ağlamak isteyen oydu.

Bir süre sessiz kaldık, sessizliğinde bile anlam arıyordum. Ve buna alışmış olmak garipti.

"Hayatını sıfırdan dizayn etmek ister miydin?" dedim 'ben de seni seviyorum' demek yerine. Doğrudan gözlerine bakıyordum. Otobüs garının ortasında durmuş, öylece sonumuzun gelmesini bekliyorduk sanki.

"Bence şu an felsefik bir konuşmaya hazır değiliz." dedi. Gözleri donuk bakıyordu. Sanki üzülüyordu, ilk kez duygularını gösteriyordu. Gerçi Akdeniz günlerinde de ayrılık anında bu kadar üzgündü. Ama yine göstermemişti.

Sanırım bu sefer onu biraz iyileşmiş bir şekilde geri yolluyordum.

Sigarasını yine yarım yarım çekiyordu
içine. Artık ısınmak için mi, yoksa sadece
içmek için mi içmeye devam ediyordu anlamıyordum. Uyum sağlıyordum ona.

"Ben de tadını merak ediyorum." dedim. Bir süre 'neyin tadını?' der gibi suratıma baktı.

"Sana zaten iki tane şans sigarası verdim, çok merak edersen birini içersin." dedi.

"Yok, ben öyle merak etmiyorum tadını." dedim. Gözlerime baktı, yine ne saçmalıyorsun dercesine küçümsemeye devam etti.

"Gel, benimle." dedim. Elini tutup hızlı hızlı bankamatiklerin arkasında kalan boşluğa doğru sürükledim onu. itiraz etmiyordu, uyum sağlıyordu. En sonunda sakin, kimsenin gelmediği bir bölgeye girince sırtını duvara yaslayıp, dizini bükerek duvara dayandı.

O tamamen benim tipimdi. Sigarasını bitirince ellerini kıvırcık tutamlarımın arasına atıp şöyle bir karıştırdı.

Gözlerine bakmaya devam ederken elimi çenesine doğru götürüp, kafasını hafifçe yukarı kaldırdım. "Bakalım tadı nasılmış? "dedim.

Dudaklarını su içermiş gibi yudumluyordum. Adeta dudaklarında nefes alıyordum. Bunun bir veda öpücüğü olduğunun ikimiz de farkındaydık.

"Mhm, enfesmiş." dedi. Sırıtıyor ve arsız
arsız suratına bakıyordu.

"Öyle miymiş?" dedim. Çenesini bırakmış ve hafifçe boynuna meyletmiştim, kafam boynundayken aromalı sigarasının kokusunu içime çekiyordum.

"Öyleymiş." dedi. Bir süre durduğum yerde beklerken bir şey söylemedim.

"Sen bunun mangolu olduğuna emin misin?" dedim sigarayı kastederek.

"Evet" diyerek sigara paketini çıkardığında üzerinde kocaman 'yellow fizz' yazan pakete baktım.

"Eşek Atlas ya!"

Suratına bir çocuk gibi bakıyordu.

"Yellow fizz, mango mu?" dedim.

Daha sonraki yarım saatimiz mango ve 'yellow fizz' üzerine tartışmakla sürmüştü. Geçen sefer Atlas'ın benden istediği şey daha yeni bugün yapabilmiştim. Sanki bu anı hiç bitmeyecek gibi yaşıyordum.

"Aydın'a gittiğinde bana yazıyorsun, aslında değiştirdiğin her şehirden sonra beni haberdar ediyorsun."

"Hm hmm." diyerek kafasını salladı. Az konuşmaya başlamıştı, gözlerime de bakmıyordu.

"Atlas?"

Kafasını kaldırıp bana baktığında gözlerinin kıpkırmızı olduğunu yeni fark etmiştim.

Ağlamıyordu ama yorgundu, kendini sıkmaktan yorgun düşmüştü.

"Balım?" dedim suratına zorla
bakarak. Gözlerini kaçırıyordu.

"Geçen sefer ağlayamamıştım senin yüzünden." dedi. Yaşlı gözlerinin montunun koluyla sildiğinde ikimiz de kahkahayı basmıştık.

"Yetişkinlerin dünyası çok zor, sadece sonsuza kadar yan yana kalsak yetecek ama bu yetişkin dünyası izin vermiyor." dedi.

Sustum, ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. "Bence şu an buna hiç girme." dedim. adece kafasını salladı. Bacağını oturduğu yerden sallıyor, bazen kendi de sallanıyordu.

"Dur artık." diyerek elimi bacağına attım. Kafasını kaldırıp suratıma baktı.

"Biliyor musun? " dedi. Bir süre söyleyeceği şeyi kafasında tartıp biçti. "İçimde fırtınalar kopuyor." dedi.

Bir şey diyemedim, ne diyecektim
ki zaten?

"Hadi yine söz verelim." dedim serçe parmağımı ona uzatarak. "Ne sözü?"

"Yaşayacaksın." dedim.

Bu muydu dercesine suratına baktı. "Zaten yaşıyorum ya? Aptal kıvırcık."

"Hayır, ben yaşamayı kast etmiyorum. Yaşayacaksın, ben olsam da
olmasam da."

Omuz silktiğinde sol elini kavrayıp sağ elimin serçe parmağı ile
onunkini birleştirdim.

Otobüsün anonsu yapıldığında yavaşça yerimizden kalktık. ikimizin de ayakları geri gidiyordu. Reddetsek de otobüsün geldiği yere doğru ilerledik. ikimiz de kırmızı ip bağladığımız ellerimizi tutmuştuk.

konuşmadık fakat bu sefer kelimelere ihtiyacımız olmadığı için konuşmadık.

"Yanındayım." dedim. Bagajları teslim etmiş ve sarılmıştık.

"Biliyorum." dedi. Sonra ayrıldıktan sonra otobüsün dar kapısına meyletti. Sonra sanki içinde kalmış gibi tekrar döndü, yine sarıldı ve koltuğuna oturdu.

Dışarıdaki camdan gözlerine baktığımda duygularını saklamadığını görmek, içimde bir şeyleri yeniden uyandırmış gibi oldu.

Sanırım iyileşiyordu, en azından duygularını saklamıyordu.

Camdan ona doğru el salladım, o da bana doğru sallayıp asker selamı verdi. İster istemez suratımda gülümseme olurken aynı asker selamını ben verdim ve kenarı çekildim.

BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin