Buluşmadan bir buçuk sene sonra;
"Peki, alıştın mı?"
Sesi ne kadar da yorgun çıkıyordu öyle? Gözlerinin rengi mi kaçmıştı? Artık eskisi gibi bakmıyor muydu bana? Hayır, artık eskisi gibi bakmıyordu hayata.
"Yani, sayılır. Evdeyken tek erkek benim diye oturma odasında takılmaya alışmıştım. Şimdi ilave iki erkek beni rahatsız ediyor."
Yine ufak mızmızlanmalarım, yine Atlas ve yine ben... Biz buna alışmıştık, biz birbirimize alışmıştık.
Fakat bu alışkanlık Atlas'ı nasıl etkiliyordu? Görüyordum, değişiyordu. Artık eskisi kadar çok gülmüyordu, artık eskisi gibi görüntülü konuşurken sürekli haraket etmiyordu. Sürekli bir şeylerle uğraşmıyordu, değişiyordu.
"Neredeyse üç ay geçti yurda geçeli, alışırsın yavaş yavaş. Sadece güvenli alanın çok keskin senin."
Beni tanıyordu, beni kendine ait yapıyordu. Gözlerinde kendime ait şeyler görüyordum, gözlerimde o vardı. Zaman bize ihanet ediyordu, bizi birbirimize bağlıyor ve bağın arasına da kilometreler koyuyordu.
"Olsun böyle mutluyum, ona bakılırsa sen de fazla karmaşıktın."
Artık bazı şeylerden bahsederken geçmiş zaman eklerini kullanıyorduk, geçmiş hakkında yüzlerce şeyi hatırlıyorduk.
"Karmaşık?" diye açıklamamı beklercesine tek kaşını kaldırdı.
Yemek yerken onu izlemeyi seviyordum, hafifçe kaşını çatıyor ama son derece de ciddice bakıyordu kaşığına. Belki de yemek yemek onun için bir ritüeldi, dindar birinin ibadetlere baktığı gibi bakıyordu yemek yemeye. İhtiyacı olduğunu biliyor fakat ihtiyacı olmazsa da tercih etmiyordu.
"Çözülmesi zor işte, bir dediği bir dediğine; bir yaptığı bir yaptığına tutmayan."
Söylediklerimi ciddiyetle karşılıyordu, beni her zaman ciddiyetle karşılıyordu. "Böyle birini sevmek zor değil mi?" dedi.
Sadece omuzlarımı kaldırıp indirdim, ben onu hiçbir zaman böyle biri olduğu için sevmemiştim ki; ben onu bana karşı olduğu kişi için sevmiştim.
Sadece bana şeffaf, diğer herkese opak oluşunu sevmiştim.
"Gerçi benim gibi insanlar böyledir, anlaşılmayacağını bilse dahi herkese kim olduğunu haykırmaya çalışır." dedi.
Gözlerimi kapattım, gülmek istiyordum fakat yapamadım. Tekrar açtığımda gözümden tek bir damla yaş yastığımla buluştu, gece lambası açık olmasaydı; loş ışık olmasaydı ağladığımı fark ederdi.
"Her zaman çok fazla çalışıyorsun." dedim.
Bluetooth kulaklığının tekini çıkarıp çalışma masasının üstüne bıraktı, üniversite sınavından da çok çalışıyor gibiydi; artık onu yorgun görmeye alışmıştım.
"Beynimin başka şeyler düşünmesini istemediğimden, yoksa sevmiyorum."
Önündeki yulafı biraz daha kendine çekmişti, plastik siyah kaşıkla inatlaşıyordu. Onu izlemek beni mutlu ediyordu, sanırım onun varlığı beni mutlu ediyordu.
"Konser varmış burada." dedim.
Telefonu tavana doğru kaldırmış ve kolumun birini kafamın altına koymuştum. Yatak rahat değildi, fakat yıllardır koltukta uyuyan biri için yatağın rahat olup olmaması çok da önemli olmuyordu.
"Kimin?" diye sorduğunda ufak bir kıkırdama ile cevapladım "Mustafa Sandal."
Şimdi ikimiz de aynı anda gülmüştük. "Gidecek misin?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...