Bölüm 12

114 9 30
                                        

Tüm gün kafam oldukça dalgın bir şekilde haraket etmiştim.

Şimdi de dershane kantininde oturmuş, önümdeki ekstra şekerli üçü bir arada ile bakışıyorum.

Sanırım biraz yorgun, biraz da pişmanlıkla doluyum bugün.

Son zamanlarda konuştuğum sosyal medya arkadaşımla olan küçük tartışmamızın da belki bunun üzerinde bir etkisi vardı.

İki haftadır birbirimize yazmıyorduk, iki haftadır ablamla olan tartışmamız yüzünden onunla da konuşmuyordum. Kısacası kendimi koca bir yükten ibaret hissediyorum.

Bir yük? Ne demek tam olarak bilmiyorum. Sanırım insanlar her zaman insanlara fazla gelmiştir. Kimsenin kimseye yetecek yeterli zamanı yok, bu yüzden herkes bir yerlerde kendine zarar vermeyi de düşünmüştür.

Çünkü anlaşılmamak ve insanların anlıyorum kelimesini nadiren kullanması ya da kullanırken de samimi olamaması, insanları ölümün eşiğine getiriyor.

İlk başta bu aileyle başlıyor, en başta her zaman ama her zaman annen seni anlamıyor. Ve daha sonra dışarıya yarattığın o mükemmellik duvarının içindeki bir parça memnuniyetsizlik hakkında kimseye konuşamaz hale geliyorsun.

Daha sonra ne mi oluyor?

İnsanoğlunun en aciz ve en ilkel duygusu, anlaşılmak tatmin edilmemiş oluyor.

Aslında uzun zaman önce tanıştığım o kişi haklıydı, insanlar insanları anlamıyor veya kimse tam olarak anlaşıldığına inanmadığı için bugün bu haldeyiz.

Evet, tüm gün aklımı meşgul eden ve tüm gün kafamı tırmalayan tek düşünce buydu. Anlamak ne demek? İnsanlar anlamaya ve anlatmaya neden bu kadar muhtaç? Doğru kelimeler ve konuşmak neden bu kadar önemli?

Seni anlayan ve sana anlatabilen kişiye mi aşık olursun? O yüzden mi aşk ve anlaşılmak bu kadar imkansız?

Dünya acımasız bir yer, bunu anlayalı çok oldu bundan eminim ama hâlâ bazı şeyler için devam etmek bana mümkün geliyor. Peki, bu beni aptal yapar mı?

Kulağımdaki siyah kulaklıklarla müzik dinliyorum, bu sanırım sene içindeki benim bile fark etmeden elde ettiğim bir alışkanlıktı. Üçü bir arada, Spotify playlisti ve çikolatalı bir kek... En fazla kırk dakikam var, aydınlatma kötü, kantinin hiç penceresi yok ama yine de burada oturuyor ve deneme öncesi kendimi motive ediyorum. İyi yapacağım.

Peki, bu günü diğer günlerden farklı yapan ne? Müziğin bir anda telefon zil sesimle kesilmesi mi? Ekrandaki isim Büyük Atlas.

Bir an düşünüyorum, neden beni arıyor ki? Beni araması için benimki kadar geçerli bir sebebi var mı? Ben yeterince iletişim kuramayan kötü biri değil miyim?

Derin bir nefes alıyorum ve telefonun yeşil tuşunu kaydırıyorum. Kulaklığıma geçen seferden kalan tanıdık ses doluyor. "Alo?" duruyorum. İlk seferde onu yanlışlıkla aradığımı söyleyerek telefonu kapatmayı planlıyordum ama şimdi doğrudan cevap verebilecek yerdeyim.

"Alo?"

Bir süre karşı taraftan hiç ses gelmiyor, muhtemelen dışarıda çünkü araba korna sesleri ve sokağın o alışıldık gürültüsü kulaklarımın içini dolduruyor.

"Sanırım geçen sefer hakkında özür dilemeliyim."

Duruyorum, özür mü? Özür dilemesi gereken kişi ben değil miyim?

"Sanmıyorum." diyorum. İkimiz de bir süre sessiz kalıyoruz. Biz ne ara bu konuma geldik, diye düşünmeden edemiyorum.

Şimdi ona bu anlaşılmak konusunu açsam nasıl olurdu diye düşünüyorum. Dershane kantininde sadece üç-beş kişi var. Hiçbirinden de hoşlanmam, bu konuyu kimsenin duymasını istemediğim için susuyorum.

BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin