Yüreğim ağzımda atıyor, şu anki duruma en uygun sözcükler buydu. Yüreğim tamamıyla ağzımda atıyor. Nasıl annemlerden izin almayı başardık ve şu an Eylül'le denize gidiyoruz bilmiyorum.
Ben sadece birkaç saat içinde Atlas'ı kanlı, canlı bir şekilde göreceğim. Denizle beraber...
Bütün bunların gerçekliğini sorgulamamak elde değildi. "İlkokula başlayan bir çocuk heyecanı var ha, alt tarafı sosyal medya arkadaşınla buluşacaksın." diye konuşan Eylül'e döndüm.
Ona binlerce teşekkür borçluydum. Yüz binlerce teşekkür...
"Eylül çok teşekkür ederim gerçekten. Sen olmasan onu asla göremezdim." diye gözlerinin içine baktım. Metroda karşılıklı oturuyorduk ve klimadan gelen esinti bu sıcak havada tek rahatlama kaynağım gibiydi.
Tabii, alışmıştım soğuğa. Alışmıştım doğudaki soğuğa. Şimdi hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim bir şekilde olmak garip hissettiriyordu.
"Beni bırak da denize bak, deniz görmeyen Deniz." diye dalga geçen Eylül'le kafamı işaret ettiği yere çevirdim.
Masmavi, her yer masmaviydi. Gözlerimi kapattığımda kendimi o maviliğin ortasında gibi hissediyordum. Belki de şu ana kadar olan tüm bu huzursuzluğu karşımdaki mavi alıyordu.
Deniz maviydi, masmavi. Ufuğa doğru kaybolan bir sonsuzluk vardı onda. Denizde bir sonsuzluk vardı. "On yedi yaşındaki birinin daha önce hiç deniz görmemiş olması biraz garip."
Durdum. Evet, haklıydı. On yedi yaşına kadar deniz görmemek garipti. "Ama bir o kadar da gerçek." diye yanıtladım onu.
Metro anonsunu bir kez daha işittik. Eylül yerinden ayaklandığında annemin güneş kremleri bıraktığı ufak çantayı alarak ben de ayaklandım.
Yeniden o garip his tüm vücudumu sarmıştı. Ayak parmaklarımdan karın kaslarıma doğru yayılan o garip his... Yerimde duramayacak gibi hissetmeme neden oluyordu.
Peki, bu hissin nedeni neydi? Deniz mi, yoksa Atlas mı? Karşımdaki uçsuz bucaksız mavilik beni korkutuyordu, Atlas da beni tıpkı bu mavilik gibi korkutuyordu.
Karşımdaki bu mavilik de kollarını açıp beni içine çekiyordu. Atlas da kollarını açıp beni içine çekiyor.
Bu his, deniz ve Atlas'ın karışımıydı. Ya da bu his Deniz ve Atlas'ın karışımıydı.
"Arasana arkadaşını, onlar gelene kadar sahildeki bir kafede oturalım."
Sanki, olaylar daha da gerçek gibiydi. Gerçekten de Atlas'ı görecektim. Ve biz bu olayın hayalini şubatta kurmuştuk. Heveslenmek istemiyordu, ne zaman bu konuyu açsam başka bir şey söyleyerek Antalya gerçekliğini dağıtıyordu.
Ama bugün buradayım, ellerim telefonda adını tuşluyor. Artık aramızda o kadar çok kilometre de yok ve ben bunu dibine kadar hissediyorum.
Telefon çalıyor, bir kez çalıyor cevap yok ama ikinci kezin çalması daha yarılanmadan telefon açılıyor.
Durdum, aklıma onu ilk kez aradığım gece geldi. Nasıl da soğuktu, öyle değil mi?
Dün gece ikimiz de uyumayı becerememiştik. Her iki saatte bir uyudun mu mesajı atıp, daha sonra da uyumak adına sözler verip gözlerimizi kapatmıştık.
İlk kez onun mimiklerini görecektim, güldüğünde dişlerini görebilecektim. Ciddi bir şeyden konuşurken nasıl bir ifade takınır bilecektim. Bu çok garipti, birini artık tamamiyle yüz yüze görecektim. Hayatımın neredeyse her yerini kaplayan birini ilk kez görecektim, ilk kez sarılacaktım.
"Alo?" dedim. Telefonu açması sandığımdan da uzun sürmüştü, çalan her bir dakikada sanki bu buluşma yalan olacakmış gibi hissediyordum. Bunu Atlas öğretmişti bana, asla umutlanma. Anın içine girene kadar asla onun gerçekliğine inanma.
"Neredesin?" dedi benden önce. Sanki sesini şimdiden çok yakında duyuyor gibiydim. Sanki onu şimdiden tamamen görmüştüm. "Denizdeyiz, asansöre doğru yürüyoruz Eylül'le." dedim.
Hâlâ gerçek olmayacak gibiydi, korkuyordum. Karın kaslarım bana işkence etmeye başlamıştı. Bu duyguyu daha önce hiç hissetmemiştim. Bu duygunun adı Atlas'tı. Böyle bir şeyin mümkün olacağını bana Atlas öğretmişti.
"Biz de geliyoruz, sahil kenarında spor aletlerinin olduğu yerde bekleyin olur mu?" dedi. Tamam demek bile işkence gibiydi.
Ben dakikalar sonra Atlas'ı görecektim. Bir buçuk yıldan sonra onu ilk kez yüz yüze görecektim. Ve onu bir daha göremeyebilirdim, bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Bugünün her bir dakikasını beynimin her bir noktasına kazıyacaktım. Ona sarılırken kokusunu en içime çekecektim ve onu bir daha görene kadar o kokuyu unutmayacaktım. Ona sarılırken gözlerimi kapatmayıp, ensesine bakacaktım. Böylece ona sarılmak nasıl bir his bilebilecektim.
"Gerçekten bir çocuktan farkın yok." diyip kahkaha attı Eylül. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, boşlukta hissediyordum. Atlas ile yüz yüze görüşme düşüncesi benden o kadar uzak bir fikirmiş ki bunu yeni yeni fark ediyordum.
"Bir buçuk yıldır konuşuyoruz." diyip onu takip etmeye devam ettim, içimden sırıta sırıta onunla geçirdiğim tüm anıları Eylül'e anlatmak geçiyordu. Ama tabii ki de yapmadım, Eylül'ün bu kadarını bilmesine gerek yoktu.
"Instagramdan mı?" diye sorduğunda onu kafamla onayladım. Atlas ile tanışma hikayemizi herkes farklı bir şekilde bilecekti. Ve hiç kimse gerçek hikâyenin ne olduğunu bilmeyecekti. Bu gerçekten de enfes bir düşünceydi, kimsenin bizi tamamen bilmemesi bana huzur veriyordu.
Yürüdük, asansöre bindik. Asansörden korktuğumu Eylül'e çaktırmamaya çalışsam da fark etti. Çantasından çıkardığı suyu bana verdi, içtim. Biraz daha yürüdük. Attığım her adımla eş değer bir hızda atıyordu kalbim.
Telefonum tekrar çaldı, fakat o an kalbim sanırım atmayı unutmuştu. Gerçekten o an kafamın içi ve duygularım hakkında çıkarım yapmak benim için çok zordu.
"Geldiniz mi?" dedi. "Evet." diye onaylarken bir yandan da etrafıma bakıyor ve onu görmeye çalışıyordum.
İlk göz göze geldiğimizde ne yapacaktık? Sarılacak mıydık? Yoksa öylece kalacak mıydık? "Neredesiniz?" dedi. "Yanımda bir adam pembe şortuyla ipin üzerinde yoga yapıyor." dedim. Tek gördüğüm şey oydu. "Bekle." dedi bana. Olduğum yerde kalırken telefonu hâlâ kapatamamıştım.
Saniyeler sonra ben Atlas'ı görecektim.
"Arkandayım." dediğinde sesi hem çok yakınımdan hem de telefondan gelmişti.
Sesi düşündüğümden çok daha farklıydı, telefondan çıktığından çok daha kalındı. Arkamı dönmem gerekiyordu ama arkamı dönemiyordum. Ona bakıp gözlerine bakacak kadar kafam yerinde değildi. Ben arkamı dönemedim. O benim yerime birkaç adım attı ve karşıma dikildi. Benden kısaydı, fakat kısa değildi. Karşı karşıyaydık.
Gözlerime bakıyordu ve tebessüm ediyordu, gözlerine bakıyor ve tebessüm ediyordum. Gözleri bildiğim rengindeydi ama ilk kez onu tüm haliyle hissediyordum. "Senin sarılacağın yok." diyip bir anda beni kendine çekti ve kollarını bana doladı. Hava sıcaktı, hava rahatsız ediyordu; o da sıcaktı ama hiç rahatsız olmamıştım.
Ona sarıldığımda kokusunu içime çekmek aklıma gelmedi, gözlerimi kapatmayıp anı hissetmek de öyle. Ama yine de o sarılmayı hiç unutmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALIM
ChickLit"Seni öpeceğim." dedim. Hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Biliyorum." dedi. "Daha önce seni öpmek aklımda yoktu." dedim. Yine "Biliyorum." dedi. "Pişman olacak mıyız?" dedim. "Bilmiyorum." dedi. Aldığım cevap benim duraksamama neden oldu, bugünü bir pi...