Bölüm-24

26 4 34
                                    

Kamerasından bir türlü kopamıyordu, sürekli benim fotoğraflarımı çekip duruyordu. Sahil kenarında onunla bu şekilde yürümenin benim için ne kadar da uzak bir hayal olduğunu, bu anın içindeyken çok daha iyi anlamıştım.

"Ee, şimdi ne yapıyoruz?" diye sordum. Rehber ne de olsa oydu, benim için tüm her şeyi organize edeceğini söylemişti. "Tavuk pilav?" diyerek sırıttı.

Neden böyleydik bilmiyorum; sürekli gülüyorduk, sürekli birbirimize temas etmeye çalışıyorduk ve sürekli garip davranışlar sergiliyorduk. Resmen sarhoş olmadan sarhoş olmuştuk.

Bunu da sahil kenarındaki tavuk pilavcıya yürürken çok daha iyi hissetmiştim. Gerçekten de yerimizde duramıyorduk. "İyi bir fotoğrafçı olsaydım ben de tüm gün fotoğraflarını çekerdim." dedim.

Hasır taburenin üstüne oturmuş ve plastik tabaklarda, tepeleme bir şekilde duran tavuk pilavı masanın üstüne bırakmıştık.

Söylediğim şeyle gözlerimin içine baktı ve elinin birini bana uzatıp, işaret parmağını şakak kemiğime dayadı. "Eğer buradakine güveniyorsan anı yaşa." dedi ve elini çekti.

Beni kendine çekiyordu bu çocuk, beni resmen içine çekiyordu.

Tabağını önüne çekerken çok hevesli duruyordu. Bir kaşığı ağzına attığında daha çiğnemeyi bitirmeden ikinci kaşığı ağzına atıyordu. Bense sokak lezzetleri konusunda seçici olduğum için bir kaşığı olabildiğince zorlukla yutup ona katılmaya çalışıyordum. "Tavuk pilav benden de değerliymiş." diyip güldüğümde suratıma bakmaya devam etti ve şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırdı.

Bu durum tavuk pilavı gerçekten de benden çok mu seviyor diye düşünmeme neden olmuştu. Bu düşüncem bana komik gelirken kahkahayı patlatmış ve gülmeye devam etmiştim. "Kıvırcık, ama bunu bana yapma." diye ağlamaklı gözlerle bana baktığında artık gülmeme engel olamamıştım. Hevesi kaçmış gibi dudağını hafif bükerek pilavından bir kaşık daha almıştı.

"Ya, ağlama balım." diyerek pilavla doldurduğu yanağını sıktım, ilk kez yüz yüze gelen iki insana göre oldukça samimiydik ama bu karşı konulamaz bir çekimdi.

"Önce dünyada en sevdiğim iki şey arasında seçim yaptırmaya zorla beni, sonra da ağlama de." diyerek yanağını sıktığım elinden kurtulup kollarını önünde kavuşturmuştu.

Ve o bunu yaptığında en başından beri görmekten kaçtığım o iki yara izi gözüme çarptı. Dediğim gibi, onları görmekten kaçınıyordum. Çünkü o yara izlerini gördüğümde üzülecekti, gözlerimin yara izlerine çarpması bile onu yeterince üzüyordu; elimizde olan tek günde onu üzmek istemiyordum. Bunu kendine yapmamasını söylemek için yeterli zamanımız yoktu, bugün üzülmemeliydi. O yüzden hemen gözlerimi yaradan suratına çıkardım.

"Çocuk gibisin Atlas ya." dedim. Sonra daha da büyük bir kahkaha atıp, pilavımdan bir kaşık alarak kollarını önünde kavuşturan Atlas'a uzattım. Yara izi hakkında konuşmayacağımı anlamıştı, rahatladığını gözlerinden görebiliyordum.

Uzattığım kaşığı kabul edip çiğnemeye başladığında ben hala gülmeye devam ediyordum. Çok mutluydum, bir daha ne zaman bu kadar mutlu olacağımı bilmiyordum bile. "Dolaylı yoldan öpüştük Atlas." dediğimde çiğnemeye devam ettiği pilavı boğazına takılmış olacak ki öksürmeye başladığında termosa bırakılmış buzlu sudan ona uzatıp gülmeye devam ettim.

Dolaylı yoldan öpüşme konusunda hiç konuşmadı. Sadece pilavına odaklandı. Ona Antalya'da onsuz iki gün boyunca neler yaptığımı anlattım, denizi ilk görüşümde gece olduğu için kendimi Karayip Korsanları'nda gibi hissettiğimi söylediğimde bu sefer de o kahkaha attı. Bana başka nereleri görebileceğimi söyledi.

BALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin