43.BÖLÜM; "MEZAR TAŞI"

8 3 0
                                    

Daha önce hiç bu kadar tükenmemiştim. Yorgunluğum dizlerimde, omuzlarımda değildi sadece, vücudumun her bir noktasından zihnimin her bir köşesine iplerini sallandırıyordu.

Acı, insanı elinde kukla gibi oynatıyordu. Ben bugünlerde acının kuklasıydım. Bir ışık vardı tepemde, önümde perde. Gölgeydim, insanlar izliyordu. Gölgeydim, perdenin ardında saklanıyordum ama onlar benim her hareketimi apaçık görüyorlardı.

Ruhumda yangın vardı, ateşiyle çevrelenmiştim. Bütün ruhuma uzanıyordu alevleri. Toprak onu söndürürdü.

Toprak.

İşte olay tam da burada gerçekleşiyordu. Toprakta, onun toprağında. Ellerim isminin yazılı olduğu tahtanın üzerinde gezinirken silah şalımı toz yapmıştı toprağı.

Hava soğuktu. Bu mevsim hep soğuk geçerdi zaten. Bu mevsim hep üşütürdü. Ben bugün yine üşüyordum. Soğuk yüzüme kesik kesik sızarken, her bir çizginin içine buz gibi keskin soğuğun sıkıştığını hissedebiliyordum.

Üzerimdeki cekete sıkı sıkı sarıldım, bir nevi ona sarılıyordum. Cansız bedenine sarıldığım gibi şimdi de soğuk havasına sarılıyordum. Matemin soğuk havası içime sızarken burnumun diğeri sızladı, göz pınarlarımdan kirpiklerime acı hissettim. Bu benim hayatımdı, bu benim lanetimdi. Ben bile bile buradaydım. Bir gün bunun gerçekleşeceğini bile bile yürümüştüm ince köprünün üzerinde. Şimdi tutunduğum ipleri de kopardılar diye kime kızabilirdim?

Başımı tahtaya yaslayıp donuk bakışlarımı toprağa diktim. Bir adım sesi duyuyordum bana yaklaşan, bakmadım ama. Bakmak, görmek istemedim. Sadece uyumak ve yanında uzanmak istedim. Derin bir uyku, sonrası sessizlikti zaten.

"Dua etmemize izin var mı?"

Göğsümü delip geçen o cümleyi duyduğumda, "Tüm bu olanların sorumlusuyken mi?" diye sordum. Yüzüne yine bakmıyordum. Tek başına olduğunu tahmin edebiliyordum, adamlarını geride mi bırakmıştı?

"Senin yerinde olsam ben, beni suçlamazdım."

Derin bir nefes aldığımda alt dudağımı germek zorunda kaldım çünkü titriyordu. "Benim yerimde olsaydın..." dedim fısıltıyla. "Öyle mi?"

"Öyle Devrim," dedi. Ardından dua ettiğini duydum, dudaklarımda silik bir gülüş peydahlandı. Utanmadan dua ediyordu... Birde utanmadan dua ediyordu.

Başımı kaldırıp Kayhan Kayalı'nın suratına diktim gözlerimi. Nefes almakta güçlük çekiyordum, göğsümün üzerinde bir taş varmış gibiydi. Açtığı ellerini yüzüne sürüp duasını sonlandırdığında, başım hâlâ isminin yazdığı tahtaya yaslıydı. Elim hâlâ toprağında, vücudum hâlâ ona yaslıydı.

"Seninle farklı şekillerde tanıştık hep. Patronun, masanın bir üyesi..." Gülümsedi. "Gerçek anlamda tanışmamızın zamanı geldi Devrim Soykıran." Kaşlarımı çattım, o da elini bana uzattı. "Kayhan Soykıran'la, yani amcanla tanışma vaktin geldi Devrim."

3  H A F T A  Ö N C E

Vedat Yaşar öfkeden yere daha sert baskı uygulayan adımlarıyla uzun koridorda ilerlerken neredeyse burnundan soluyordu.

Böyle olmaması gerekiyordu. Lanet olsun bunun olmaması gerekiyordu, diye geçirdi içinden.

Sıktığı dişlerinin arasından küfürler etti bir kapının önüne gelene dek, kapıyı iki eliyle ittirdiğinde kapı kanat gibi açıldı. Yemek masasının başında oturan Kayhan Kayalı elindeki çatalla ona dümdüz bakarken kaşları havalanmıştı.

GECENİN KOYNUNDAKİ KÖTÜLÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin