20.BÖLÜM; "BOYUNDAKİ TIRNAK İZLERİ"

61 6 26
                                    

Travmalar insanın hayatını yönetirdi ve hatta mahvederdi. Travmalarım beni mahvetmişti. Travmalarım beni savunmasız bırakmıştı.

Ölmekten beterdi bazen travma sebeplerini hatırlamak, yaşadığım o kötü anıları hatırladıkça boğulduğumu hissediyordum çünkü. Belki daha da kötüsü, ölüyor gibi.

Korktum, ölümün kıyısından döndüm, kapalı alandan korktum, yüksek sese karşı hassaslaştım, görmek istemeyeceğim kadar korkunç şeyler gördüm, korktum, ağladım, suçlandım, kaçtım ve ben hâlâ kaçıyordum.

Geçmişimden, ailemden, kendimden...

Küs değildim aileme ama kesinlikle dargındım. Sırf doğum günümü arkadaşlarımla kutladım diye suçlandığım gecenin sabahına kadar o ev bağırışlarla doluydu. Hıçkırıklarla, öfke nöbetleriyle, yakarışlarla ve suçlamalarla. Suçlandım. On sekiz yaşındaki genç bir kız, arkadaşlarıyla doğum gününü kutlandığı için suçlandı, evde olmadığı için suçlandı, eğlendiği için suçlandı. Suçlayan tek kişi annem ve babam olsaydı, o zaman belki affedilirdi ama beni suçlayan tek kişi onlar değildi, daha fazla suçlamayı ben kendime yapmıştım.

Neden gittin o gece? Niye bir ricayı göz ardı ettin? Neden lanet olası kendini düşündün? Sen kimsin ki? Sen kimsin ki kendini düşünebilirsin? Sen aptalsın! Koskoca bir aptalsın!

Ellerim panikle boğazıma dolanırken nefes almayı unutmuştum, bütün yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissediyordum. Sırtımı duvara vurup yere doğru çökerken içimden defalarca kez özür dilerim, haykırdım, suçladım yine kendimi.

Sonra durdum. Gözlerimi kapattım ve hatırladım. Nefes alışım yavaş yavaş düzene girerken kaç dakikanın geçtiğini bilmiyordum, bilmek de istemedim.

Açık kapıdan gelen soğuk hava beni iliklerime kadar titretirken nihayet gözlerimi açmayı başardım. Birkaç dakika orada öylece oturdum, unutmayı diledim. Unutmadım, unutmak mümkün müydü?

Ellerimi yere bastırarak ayağa kalktığımda bir hışımla evden çıkmış, koşar adımlarla merdivenlerden inip apartman kapısından dışarıya çıkmıştım.

Akif'in ve birkaç korumanın gözleri beni bulurken Akif'e doğru hızla ilerledim. Bedenini tamamen bana döndürdü, yüzümdeki o öfkeli ifadeyi gördüğü anda kaşlarını çattı.

"Telefonum yanımda değil," dedim sakin kalmaya çalışırken. "Kaner'i arayıp verir misin?" Dişlerimi sıkıyordum çünkü öfkem neredeyse bedenimden çıkacaktı. Akif bunu anlayıp diretmeden telefonunu çıkardı ve arkasına dönüp, "Devrim Hanım sizinle konuşmak istiyor." dediğinde o kadar sabırsızdım ki, neredeyse elinden telefonu koparırcasına alıp kulağıma yaslayacak ve Kaner'e tüm öfkemi kusacaktım. Yapmadım.

Akif bana dönüp telefonu bana uzattığında hemen kaptığım gibi kulağıma yasladım. "Vedat nasıl oluyor da, ben eve geldiğimde evde olmuş oluyor?" dedim bir nefeste hızlıca. "İstese beni orada öldürebilirdi farkında mısın sen?! Bu adam bu eve nasıl girebiliyor?!" Sesim yüksekti, belki de bu kadar bağırmamam gerekiyordu ama kendimi dizginleyemiyordum.

"Devrim ilk önce biraz sakin ol." dedi, Kaner. Elimi yüzümde sabır dilenircesine gezdirdim. "Vedat evinde miydi?"

"Evet!"

"Şu an nerede olduğunu biliyor musun?" dediğinde artık sabrımın son demlerinde olduğumu biliyordum. Gözlerimi dehşetle irileştirip, "Ne bileyim ben nerede?! Umarım cehennemin dibindedir!" diye hiddetle konuştum.

"Geliyorum ve lütfen biraz sakinleşmeyi dene."

"Bana sakin ol deyip durma! Adam resmen bana takmış durumda ve sen ne diyorsun!" Telefonu yüzüne kapatıp fırlatırcasına Akif'in eline tutuşturdum. "Akif kusura bakma, sana da patlamış gibi oldum." Ve hâlâ neredeyse bağırıyordum.

GECENİN KOYNUNDAKİ KÖTÜLÜKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin