Toskana'nın rüzgârı denizin tuzunu kente taşıyor, sabah güneşi yavaş yavaş kasabanın üzerine doğuyordu. Dalgaların sesini işittiğinde soğuğun tenini ısırdığını, rüzgarın kulağına fısıldadığını hissetti. Titriyordu. Gözlerini açmaya çalıştı ama şakağındaki müthiş zonklama ona engel olunca yüzü acıyla buruştu. Sonunda gözlerini güçlükle aralamayı başardığındaysa karşısında Ligurya Denizi vardı.
Daniella neler olduğunu hatırlamaya çalıştı, ancak odaklanmakta zorlanıyordu. Otele döndükten sonra Paola'yla konuşmasını hatırladı. Ardından otel müşterilerinden birinin sipariş ettiği şampanya şişesiyle üst kata çıktığını ve bir odanın kapısını çaldığını... Kapıyı Jonathan açmıştı. Jonathan Wong.
Sonra da onu soyup bir küvette boğmaya kalkışmıştı. Yüce tanrım.
Daniella şaşkınlıkla yattığı yerde başını çevirdi. Yanağına sürtünen toprağın kuruluğunu hissederken arkasındaki ses onu rüya görmediğine inandırdı.
"Uyanman epey uzun sürdüğüne göre kafanı epey sert çarpmış olmalısın."
Jonathan'ın sadece birkaç metre uzağında oturmuş ve bakışlarını da silahı gibi ona doğrultmuş olduğunu görünce paniğe kapıldı.
Etrafına bakındığında bir kayalığın tepesinde olduklarını fark etti. Nerede olduklarını anlamasıysa bir dakikasını almıştı. Sognare'ye pek de uzak olmayan ormanlık alanın gerisindeki falezlerin en tehlikeli bölgesiydi burası. Etrafta hiç kimse yoktu ve yaklaşık elli metre aşağılarındaki azgın dalgalar kayaları parçalamak için adeta birbirleriyle yarışıyordu.
Buraya neden gelmişlerdi?
Bu defa titremesinin nedeni üzerinde yalnızca ıslak çamaşırlarının olması değildi. Korku; tüm bedenini adeta ele geçirmişti.
"Neden buradayız Jonathan?"
"Sabır asla sahip olmadığın bir erdem olmuştur Küçük Tilki. Çok yazık. Halbuki hazzı geciktirmenin ne denli müthiş bir zevk olabileceğini sana öğrettiğimi zannediyordum."
Adamın saçmalıklarını dinlemekten bıkıp usanmıştı. Ona daha fazla katlanmak istemiyordu. Fakat elinde ona doğrultulmuş bir silah varken ondan nasıl kaçabileceğini bilmiyordu. Bir kez denemeye kalkışmış ve başarısız olmuştu. İkinci şansını çok daha iyi kullanması gerekiyordu. Tabi, öyle bir şansı varsa.
Adamın yanağındaki kurumuş kan lekelerini görünce içi bir parça tatminle doldu. Hiç olmazsa onda ufak da olsa bir hasar bırakmayı başarabilmişti. Yine de o yüzündeki derin yaraya rağmen oldukça sakin ve tasasız görünüyordu. Adamın en tehlikeli olabileceği zamanlarının böyle anlar olduğunu bildiğinden bu sessizlik Daniella'yı ürkütüyordu.
"O kadar sesli düşünüyorsun ki, neredeyse düşüncelerini duyabiliyorum."
Genç kadın cevap vermeyince, "Kaçmanın yollarını arıyorsun, değil mi?" diye tamamladı cümlesini Jonathan.
Daniella kollarının üzerinde doğruldu. İnkar etmenin faydası yoktu.
"Doğrusunu istersen bu kadar mücadeleci olabileceğin hiç aklıma gelmezdi. Vay canına kızım, şu suratımın haline bir bak. Bu kez kıçımı fena tekmeledin ha?"
Elinde olsaydı çok daha fazlasını yapardı. Keşke o cam parçasını daha can alıcı bir yerine saplayabilmiş olsaydı.
"Burada ne yaptığımızı söyleyecek misin artık?" Daniella'nın sesi titrerken kollarını bedenine doladı.
"Seni buraya neden getirdiğimi merak ediyorsun değil mi? Aslına bakarsan bir kadını baygın metrelerce taşımak, üstelik baygın halde planlarımın arasında yoktu. Kimseye görünmeden otelden çıkmak epey zor oldu. Ama bunu oradayken yapamazdım. Sonunun biraz daha dramatik olması için bence burası oldukça iyi bir yer." elindeki silahla arkasındaki yeri işaret etti. "Şimdi ayağa kalk ve birkaç adım geriye yürü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SABIKALI (FRANCO) TAMAMLANDI
RomanceBir Sage Taylors romanı... Kasabaya yeni taşınan Daniella bir beladan kaçtığını düşünürken kendini başka bir belanın ortasında bulur. Amacı ailesine ait eski bir oteli işletmek ve geçmişin kirli anılarını geride bırakmaktır. Ancak hayat ona en kötü...