En son hatırladığım şey sıcacık yatağımda uyuyor olmamdı. Ne olup bittiğini anlamamıştım, halen daha anladığım söylenemezdi. Şehir merkezinin tam ortasında durmuş birini görme umuduyla etrafa bakınıyordum. Havada yoğun bir sis bulutu ve kükürtlü bir koku vardı. Nefes alıp verdikçe boğazım yanıyor sözlerim yaşarıyordu.
Derin bir nefes almam ile öksürmem bir olmuştu. Kendime gelip tedbirli adımlarla etrafta dolanmaya başladım. Bir şey olması durumunda cebime çakı, topuz olan saçıma gizlenmiş küçük bıçak ve dar pantolonum ile ayakkabımın tabanı boyunca uzanan bir bıçak vardı.
Yol boyunca hiçbir canlıya (bitki de dahil) rastlamadım. Sanki bir anda buhar olmuş gitmişlerdi. Ama nereye? Sinirle olduğum yerde durdum. Yine onların bir oyunuysa? Diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ama hepsini öldürdüm yani onlar olamaz. Olamaz değil mi?
Tekrar bu durumlara geleceğimi bilemezdim. Başımı sallayıp tekrar yürümeye başladım. Bazı binalar yıkılmanın eşiğine gelmişti. Düşün bakalım, ne binaları bu hale getirebilir? Tabiki bomba! Ya da yıkım topu da olabilir fakat bomba daha büyük bir ihtimaldi. Binaların pencerelerinin kırıkları yahut binaların dökülen kısımları ani bir olayın geliştiğinin habercisiydi. En son hatırladığım şeye gelirsek, siren sesi acil bir durum olduğunu gösteriyordu. Belki de sadece şehri güvenlik için boşaltmışlardı. Eğer böyle kötü bir durum varsa ben neden buradaydım? Sıkılıp bir yere oturdum. Düşünmeye başladım fakat düşündükçe garip bir hal almaya başlıyordu. Zaten kötü olan hava daha da kötüleşiyordu.
Karnımdan acayip sesler gelmesiyle aç olduğuma karar verip yerimden kalktım. Hava beni acayip bir şekilde güçsüzleştirmişti. Alnımda oluşan küçücük ter damlalarından, astım olmuşum gibi çıkan hırıltılı nefes alışıma kadar herşey kötü olduğumun sinyalini veriyordu bile.
Önüme çıkan bir süpermarkete girdim. Bir kaç kek, kola ve cips aldım. Kasaya gidinceye kadar şehirde hiç kimsenin olmadığını unutmuştum. Omuz silkip çıkacakken kasanın üstündeki telefonu gördüm. Tam bizim kızları arayayım diyecekken durdum. Benim kendi telefonum üzerimde yokken onların nasıl olacaktı ki? Hem bende hiçbirinin numarası yoktu.
Marketten çıkıp bir bankın üzerine oturdum. Neredeyse güneş batacaktı. Hep umursamaz biriymiş gibi gözüktüm peki ne için? Yine aynı duruma düşmüştüm. Yine başladığım yerdeki gibi yalnızdım. Ve yine çözülmesi gereken saçma bir sürü şey vardı. Kekimi alıp paketini açtım. Keki ağzıma atmam ile geri atmam bir oldu. Bunların tarihi geçmişti. Durup düşündüm. Bir süpermarkette tarihi geçen ürün çok bulundurulmazdı. O zaman ya bu olaylar çok uzun sürmüştü ya da ben çok uzun süredir baygındım.
Elimi alnıma götürüp okşadım. Aklım almıyordu, yani bu sanal gerçeklik türü bir oyun değildi. (Önceki testlerden bahsediyorum.) çünkü herşey son derece gerçekti burada. Aslında emin olamıyordum fakat gerçekti işte hissediyordum. Aklıma gelen bir fikir ile yerimden fırladım. Neden daha önce düşünememiştim? Yol tarafına çıkınca bir kaç kapısı açık araba gördüm. Herhangi birine binip üstünde ki anahtarı çevirdim. Tam çalışacağı sırada araçtan bip bip bip! Sesinin gelmesi ile hızlı bir şekilde arabadan uzaklaştım. En az 1 dk sonra büyük bir gürültü ile patladı. Daha fazla denemeye lüzum yoktu çünkü biri buradan çıkmamı istemiyordu. Bıkınlıkla tekrar kıyı tarafına gittim.
Kafamı kaldırıp güneşin battığı tarafa yani şehrin merkezine doğru baktım. Etraf kararmaya başlayınca karşı taraftan gözüme bir ışık çarptı. Dikkatli bakınca büyükce bir binanın bir penceresinden süzülen ışığı gördüm. Sevinçle ve tereddüt ile koşarak arabaların arasından geçtim. Karşıdan gördüğüm bir bina en fazla 5 katlı falandı. Işık gördüğüm cam ise dördüncü kattı. Kapıyı itmeye başladım fakat kilitliydi. Belliki otomatik kapıydı. Of çekerek tüm zillere bastım. Bir kaç dakika sonra açılma sesini duydum ve kapıyı açıp hızlıca merdivenleri tırmandım. Cebimde ki çakıyı çıkarıp elime aldım.
Işık gördügüm evin kapısını bir daha çaldım. Adım seslerini duymam ile çakıyı daha sıkı kavradım. Kapı yavaşca ve gıcırdayarak açıldı.
"Hey? Kimsin?" diye kapıdan içeriye doğru bağırdım. Kapının arkasından çıkan kız sevinçle bana baktı.
"Dess?" diye soruyla karışık sevinç içinde boynuma atladı.
Geri çekilip siyah saçlarını kulağının arkasına koydu. Ve gülüp;
"Pardon, bu kadar soğuk olduğunu unutmuştum." dedi
"Merhaba Mac." dedim kayıtsız bir ses tonu ile. Saçlarını omuzlarına kadar kestirmişti. Ten rengi koyulaşmıştı, hatta giyim tarzı bile değişmişti.
"Fazla değişmişsin." dedim. Bana bakıp baştan aşağı süzdü.
"Sende hiç değişmemişsin" dedi. Elimde ki çakıyı kapatıp tekrar cebime attım. "Herneyse!" diye cevap verip devam ettim. "Burada ne arıyorsun?" diye sordum.
Omuz silkti.
"Hiçbir fikrim yok. En son marketten bir kaç malzeme almış eve dönüyordum. Bir siren sesi duydum, sonrasını hatırlamıyorum." dedi
"Pekala. Demek tekrar bir oyunun içindeyiz." dedim. Cebimdeki çakıyı tekrar çıkartıp koluma bastırarak kestim.
"Ne yapıyorsun!" diye bağırdı mac.
"Bunun tekrar o sanal oyun gibi olup olmadığını anlamaya çalışıyorum." dedim.
"Bekle eğer sadece bir kesik ile anlaşılabiliyordu neden sanalgerçeklik oyununda da yapıp hepimizi kurtarmadın" dedi. Mac'e dikkatle bakıp içeri girdim. Mutfaktan bir kağıt havlu alıp yarama bastırdım. Sanal bir oyunda değildik en azından.
" mac. Ben aptal değilim. Sadece fazla acı bazı şeyleri hatırlamanı kolaylaştırır, yani bilincini açar. Benim kurşun yarası almam gibi." dedim. Başını salladı.
"O zaman yaralanma işinde gerçek değildi yani ölmeyeceksin." dedi mac.
"Neden önemsiyorsun ki?" diye sordum.
"Çünkü biz kar-" diyecekken durdu. "Çünkü biz arkadaşız tamam mı?" diye düzeltti.
"Herneyse. Eğer sen ve ben buradaysak diğerleride buradadır." dedim ve devam ettim. "Peki sen bu binada ve bu evde ne arıyorsun?" diye sordum.
"Yemek arıyoruz herhalde. Markette çoğu şeyler bozuk fakat evlerde derin dondurucular var." dedi. İçimden akıllıca diye düşündüm fakat ona söylemedim. Hemen şımarırdı.
Gidip evde ki kanepe'nin üzerine uzandım. Pek belli etmesem de Mac'i görmek beni mutlu etmişti.
Bir süre sonra Mac içeriden hazır bir kaç gıda ile salona geldi. Sehba'nın üzerine koydu ve kutuları açtı.
"Hadi gel ye." diye çağırdı.
"Hayır, ben yedim." diyerek elimle savuşturdum.
Mac omuz silkip yemeye koyuldu. Göz ucuyla baktığımda Mac'in yüzünden tereddütlü olduğunu anladım.
"Yine ne oldu? Ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Herşeyi." dedi ve devam etti. "Yani ilk sanal oyunumuz ve şimdi bu olanlar?" dedi bıkkınlıkla.
Omuz silktim.
"Bir amacı olmalı öyle değil mi?" dedim. Anlamamış bir şekilde bana baktı.
"Yani hiç dert etmiyor musun? Hadi ama bu lanet amacı sen bile bilmiyorsan işimiz bitti." dedi
"Saçmalıyorsun Mac. Ben herşeyi bilmiyorum. Sadece bazı şeyleri hatırlıyorum." dedim. Kalkıp oturma pozisyonu aldım.
"Tamam. Bir şey soracağım fakat bunu bilmeni istiyorum." dedi.
"Tamam. Sor?" diye cevapladım.
Derin bir nefes aldı ve sordu;
"Biz gerçek kardeş değilsek, neden birbirimize bu kadar benziyoruz?"
Durup düşünmeye çalıştım. Ve ilk aklıma geleni söyledim.
"Estetik?"
Başını salladı.
"Hayır. Sen bir şeyler hatırladığını söylemiştin değil mi? Bende hatırlıyorum. Ve kesinlikle aramızda bir bağ var ama kardeş olmadığımız konusunda hemfikirim." dedi
Doğru söylüyor olabilirdi. Mackenzie yi hatırlıyordum. Aklıma takılan bir soruyu sordum.
"Hatırladığın şey tam olarak ne?" diye sordum. Hatırlamak başını ağrıtmış gibi yüzünü ekşitti.
"Tam olarak emin değilim fakat senle beraber bir kulube gibi bir yerdeyiz. Daha çocuğuz en fazla 10 yaşlarında. Ben korkuyorum, sen ise o ciddi ifadeni takınmış bir şekilde etrafı kontrol ediyorsun. Gerisinde sana bir şey soruyorum ve sen şaşkınlıkla bana bakakalıyorsun." dedi.
"Ne sordun?" dedim
"O kısmı hatırlamıyorum." dedi üzüntü ile.
Tek bir kelime dahi etmedim. Bana baktı.
"Sen de bu anıyı hatırlıyor musun?" diye sordu. Yüzüne bakıp ciddiyetle cevap verdim.
"Hayır."
Tekrar bir sessizlik çöktü. Uzun bir sessizliğin ardından mac ayağa kalkıp elini uzattı.
"Hadi gel duş alıp üstünü değiştir." dedi ve gülümsedi. Bu tavrı karşısında afallamıştım. Mac gerçekten değişmişti.
"Hayır. Böyle iyiyim." dememe rağmen kolumdan çekip beni banyoya attı.
"Sen duş'a gir ben de havlu getireyim." dedi. Ve kapıyı çekip çıktı. Arkamı dönüp duş'a baktım. Pek istemesem de iyi gelebilir belki diyerek girdim.
Çıktığımda havluyu sarıp aynanın karşısına geçtim. Beyaz saçlarım su yüzünden çok garip bir renk almıştı, ıslak saçım birazdan kabaracağının sinyalini veriyordu bile. Acele ile saçlarımı tarayıp kuruttum.
Aniden mac'in banyoya dalması ile dondum. Elinde ki küçük havluları yere düşürdü. Baştan ayağa beni inceliyordu.
"Ne var?" diye çıkıştım.
"Sen kendine ne yaptın?" diye sordu. Mac'in baktığı yerlere. Kollarıma yahut bacaklarıma baktım. Her yeri kesik doluydu ve çoğusu yeniydi. Evet herkes farklı değişimler geçirir. Çoğu kişi acıyı saçlarını ve ya görüntüsünü değiştirerek azaltmaya çalışırdı ya da benim gibi acı ya acı ekliyerek. Benim onlardan farkım ne? Diye hep sormuşumdur kendime. Düşüncelerimden sıyrılıp;
"Hiç birşey." diye mac'in sorusuna cevap verdim. Arkamı dönüp saçımı bağladığım zaman mac arkadan bana sarıldı. Üzgün gibiydi. Aptal işte.
"Dayanamadın değil mi?" diye sordu.
"Bak mac. Bu olaylar yüzünden psikolojim bozuldu. Normal yaşamaya çalıştığım sıralar normal olmadığımı anladım. Ben kan görmek istiyordum. Dayanamıyordum, fakat başkalarına zarar vermek yerine kendime vermek daha mantıklı geldi." diye uydurma bir drama sergiledim. Mac geri çekilip dikkatle yüzüme baktı.
"Bu sırrın benimle kalacak dess." dedi. Güldüm.
"Bu bir sır değil mac. Bu izler benim gücüm, ayakta kalmamım bir simgesi. Neden saklıyayım ki?" dedim. Mac başını salladı ve banyo dan çıktı. Üstümü giyinip bende çıktım. Salonun camına doğru yöneldim. Karanlık artık tamamen çökmüştü. Ve şehirde ışık denen hiç bir şey yoktu.
Aslïnda tam istediğim bir ortamdı tabii mac de olmasaydı iyi olurdu ama yapacak bişe yok. İç çektim.
"Şey Destiny?" diye seslendi arkamdan Mac. Göz ucuyla dönüp ne var dercesine baktım.
"Bak biliyorum biz kardeş değiliz ama ben seni kardeşim gibi görüyorum. Bunu bozmayalım olur mu?" diye sordu.
Ben cevap vermeyince devam etti.
"Biliyorum oyunlar da çok kötü davrandım sana. Yani sanırım bir öfke problemim var. " dedi sırıttı.
"Hm. Öfke." dedim ve devam ettim. "Tamam bozmayalım." dedim ve önüme döndüm.
Hala daha sabah ki kükürtlü havayı merak ediyordum. Ama kükürtlü hava daha fazla devam ederse bizi öldürebilirdi. Mac'e dönüp sordum;
"Bizim hangi şehirde olduğumuzu biliyor musun?" diye sordum.
Başını salladı.
"Tam olarak değil. Bu evi araştırırken bir not kağıdında pripyat yazıyordu." dedi.
Düşünmeye başladım. Ama bir türlü kafamı toplıyamıyordum.
"Dess. Bir şey söyle neresi Pripyat?" diye sordu mac. Dikkatlice yüzüne baktım. Gözlerinin çevresinde ki kırışıklıklardan endişelendiği belli oluyordu.
"Ukrayna da küçük bir şehirdeyiz." dedim. Tam "Nas-" diiye soracakken durdu. Çünkü bende buraya nasıl geldiğimizi bilmiyordum.
Bizi bu düşünce ve stres den kısa süreliğine uzaklaştıran kapı'nın çalmasıyla kapıya gittik. Çakımı çıkarıp elime aldım. Kapının arkasına doğru girip Mac'e işaret verdim. Mac yavaşça kapıyı açtı. Tam kapı'nın önündeki kişiye saldıracakken Mac durdurdu.
"Merhaba kızlar. Yardım eder misiniz?" diye sordu Ashley. Kapı da Ash baygın olan Lea'yı zar zor taşıyordu. Yardım edip Lea'yı koltuğa yatırdık.
"Ne oldu?" diye sordu Mac. Ash derin bir nefes aldı.
"Bilmiyorum. Burayı araştırırken Lea'yı parkta bir salıncakta bu halde buldum." dedi.
"Peki bizim burada olduğumuzu nerden anladın." diye sordu mac. Ash sırıttı.
"Dess'i buraya gelirken görmüştüm, hem de binanın ışığı heryerden görülüyor." dedi.
"Ashley, en son hatırladığın şey ne? Yani uyanmadan önce?" diye sordum.
Omuzlarını silkti.
"En son cafe'de oturuyordum. Sonra siren sesini duydum." dedi Ash. Oturduğum yerde dik durup;
"Demek insanların arasındaydın. Peki senden başka kimse duydu mu? Ya da ne tepki verdiler?" diye sordum. Ash ellerini hava'ya kaldırdı.
"Sakin ol. Pek dikkat edemedim fakat kimse panik olmuş gibi değildi." dedi. Durup düşündüm. İnsanların böyle davranmasının altın da bir sebep olmalıydı. Düşünürken gözlerim Ash'e kaydı. Saçları uzamıştı, biraz da olsa emo tipinden çıkmıştı. Fiziksel değişim. Bir tek ben mi bu denli psikopattım? Bu sefer dönüp yatan Lea'ya baktım. Saçlarının ucunda ki pembe ve mor boyalar gitmişti normal bir sarışındı. Başımı salladım. Kafamı kaldırdığım da Mac ve Ashley'nin bana baktığını gördüm.
"Ne?" diye çıkıştım.
"Hadi ama Dess. Burada ne oluyorsa bir tek sen bilebilirsin." dedi Ash.
"Neden hep ben bilecekmişim? Diğer oyunlar esnasında da hepinizi ben kurtardım ama nasıl teşekkür ettiğiniz belli. Ben düşünmekten yoruldum. Pes ediyorum! Eğer bu bir oyunsa kaybetmeye gidiyorum." dedim ve ayağa kalktım. Neden bu kadar sinirlenmiştim bilmiyorum. Sadece bıkmıştım. Kapıya yönelirken Mac ve Ash'in bana yalvarma sesleri geliyordu.
"Dess, gitme. Sen kaybedersen hepimiz kaybederiz." diye bir ses duyunca arkamı döndüm. Lea koltukta doğrulmuş bana bakıyordu. O an aklımdan bir çok senaryo geçti fakat ani bir refleks ile kapı'yı açıp çıktım. Nereye gideceğimi pek bilmiyordum bu yüzden ilk aklıma gelen yere Lunapark'a gittim.
Tam anlamıyla bir harabe'ye dönmüştü burası. Korku parkı gibi birşeydi. Adımlarıma dikkat ederek bir salıncağa gidip oturdum. Düşünmeye çalıştım. Henüz pes etmeyecektim, en azından ne olup bittiğini anlayana kadar. Tam düşünmeye kendimi vermişken o siren sesi'ni tekrar duydum. Hemen ayağa kalkıp etrafa bakındım. Havada garip bir sis tabakası yayılıyordu. Bunun iyi birşey olmadığına emindim. Bu yüzden arkamı döndüğüm gibi koştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizem Şelalesi: Yok Oluş...
FantasyOlayların üzerinden tam olarak altı ay geçmişti. Herşey normale dönmüştü. Tabi o siren sesini duyana kadar! Her şehirde acil durumlar için yapılmış bir sığınak ve herkesi uyarmak için bir siren bulunur. Bu siren sesini hiç duymayacağımı sanırdım. O...