Tam bir saat sonra Felix'in konumunu verdiği otele gelmiştim. Hafif esen rüzgar içimin titremesine sebep olsa da ay ışığın altında parlayan gökyüzü heyecanımı yansıtır gibi ışıl ışıl parlıyordu.
Odanın önüne geldiğimde nefesimi tuttum. Nedense çok heyecanlıydım ama beni kabul edeceğine inanıyordum. Her şeyi arkamda bırakırsam, beni hayatına almaktan vazgeçmeyecekti inanıyordum buna. Birkaç kez kapıyı tıklatıp açılmasını bekledim. Kısa bir sürenin ardından Jisung tam karşımdaydı. Görmeyi umduğumdan daha bitkin duruyordu. Yorgun görünen bakışları beni süzmüş kafası şaşkınlığını ifade eder gibi yana doğru düşmüştü.
"Merhaba." dedim hafif bir tebessümle.
"Ne işin var senin burada?" diye yanıtlamıştı beni çatılan kaşlarıyla.
Ellerimi önüme alıp gergin bir şekilde parmaklarımla oynadım. "Elly sana ulaşamıyormuş da merak ettim."
"Ve sen de yerimi öğrenip yanıma mı geldin?" dedi, aynı soğuk ifadeyle.
Bana kızmasını anlıyordum ama bu kadar soğuk davranması da garip geliyordu. "Jisung, biraz konuşabilir miyiz?" dedim, tedirgin bir tonla. Bu hali beni de geriyordu.
Kenara çekilip içeriyi işaret etti. İçeri girdim, Jisung da arkamdan kapıyı kapatıp yanıma geldi. Ben otel odasının yatağının ucuna oturduğumda o da odanın en uzaktaki köşesindeki duvara yaslanıp yüzünü bana dönmüştü. Sanki benden özellikle kaçıyor gibi hissediyordum. Son karşılaşmamıza nazaran gergin ve öfkeli duruyordu. Bir türlü hayatından çıkmadığım için böyle davrandığını düşünüyordum.
"Ne konuşacaksın? Konuş hadi." dedi, sabırsız bir tavırla. Gerçekten bir gariplik vardı. Bana kızsa bile bu kadar kötü davranmazdı. Başından beri bana karşı anlayışlı olmuştu. Sırf onun peşinden geldiğim için böyle davranması mantıklı değildi. Başka bir şey var gibi geliyordu.
"Jisung ben.."
"Ne Jisung ben... yine ne anlatacaksın Minho? Yine neden özür dileyeceksin? Ben senin hayatından çıkmaya çalıştıkça, sen geri dönüyorsun?"
Şaşırmıştım biraz. Kolları göğsünde bağlı ve fazlasıyla öfkeli duruyordu. Tamam, kızmasını anlıyordum ama bana hiç böyle öfkeli yaklaşmamıştı. Ayrı kaldığımız sürede beni unutmuş muydu yoksa? Hem neden buradaydı? Hadi bana kızgındı ama Elly'e neden haber vermemişti.
"Neden Elly'e bile haber vermeden kaçtın? Çok endişelenmiş." dedim, ne olduğunu anlamak istediğimden biraz ağırdan almaya çalışıyordum.
"Sanane Minho. Sana açıklama yapma zorunluluğum mu var? Gitmek istedim. Herkesten uzaklaşmak istedim. Bu kadar basit. Ancak bakıyorum ki, asla kaçamıyorum."
Derin bir nefes aldım. Tamam, sebebini henüz anlamasam da şu an çok öfkeliydi. Benimle konuşurken resmen gözlerinden ateş saçıyordu. Sakin konuşmaya çalışacaktım. O da illa ki sakinleşirdi.
"Sen demiştin ya, senin öldüğünü görmekten korkuyorum diye."
"Eee... Minho. Ölmeyeceğinin garantisini mi verdiler de geldin tekrar karşıma." Ellerini saçlarına daldırıp öfkeyle karıştırdı. "Seni artık anlayamıyorum. Keyif mi alıyorsun bana ve kendine bu eziyeti çektirmekten?"
Kafam iyice karışmıştı. Neden bu kadar kızmıştı ki? Mümkün olduğunca alttan almaya çalışıyordum burada. Uzun süre sonra sadece onu merak etmiştim. Ve bu sefer gerçekten umutla gelmiştim.
"Ben bırakacağım, Jisung. Hyunjin'le konuştuk. Mafyayı bırakacağım. Sadece seninle olacağım. Ben senin için geldim. Sen vazgeçtin ve ben savaşmaya karar verdim." Kendimden emin ve güçlü bakışlarım onu takip ederken gözlerini kapamış, bir eli başına çıkmış, yüzünü buruşturarak alnını ovalamıştı. Bakışları odayı gezmiş yanında duran çalışma masasına doğru adımlayıp kendini masaya dayamıştı. Sanki ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Sessizce onu izledim. Cevap vermesini bekliyordum. En azından benimle olmayı kabul ettiğini duymak istiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurt ve Kuzu / Minsung
FanficCam gibi berrak bir gökyüzünün altında tanışmıştı Minho ve Jisung. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu, Jisung. "Aslında pek bir şey düşünmüyorum. Yani içini karartmak gibi olmasın ama sen gelmeden önce ölümü düşünüyordum." "Vay be. Derin konular diyorsu...