33- Bu Bölümde Bir Afrodit Melezinin Anılarını Dinliyoruz

2.7K 186 123
                                    

-Medya, labirentteki Miranda (aslında Sif'ti)-

/ / / Miranda / / /

    Leanna olsaydı ne yapardı? Ya da Percy, Leo... Herhangi zor durumlarla karşılaşmaya alışık olan biri...

    Beynimin tamamen boş olduğunu hissediyordum. Tıpkı matematik yazılısına girmeden önceki iki dakika gibi... Sıraya oturmuş 10. sınıf yazılı kağıtlarının dağıtılmasını beklermiş gibi... Korkunç. Bansheeler yavaş hareket eden varlıklar olmasaydı, şu anda nefes alamayacağımdan emindim. Neyse ki, yavaşlardı ve bu da bana yaşamın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlatmaya yetti. Duvarın dibinde hareketsizce yatan Clint'e baktım. Bir şeyleri başarabilmeyi çok istiyordum, bu nedenle sonuna kadar devam etmeyi kafama koymuştum.

    Az önce aynı yüksekliği tırmandığım duvarın en tepesinden karşı koridora atladım. Şu an kendi vücuduma ne olacağı için endişelenmek ve güvenli bir şekilde aşağıya inmek benim için sadece vakit kaybı demekti, bu nedenle sekiz metreden düşmeyi dert etmemiştim.

    Ta ki, düşüp sol ayak bileğimi kırana dek. Evet, artık bunu dert edebilirdim.

    Sürünerek Clint'e doğru ilerledim. Arenadan beri bir kolu yaralıydı ve kan kaybediyordu. Bunun dışında göğsünün ortasında, gladyatör tulumunun yırtılmasını sağlayan epey geniş bir kesik vardı. Sanki birisi göğsünü bıçakla boylu boyunca çizmiş gibiydi. Yara, kolundan daha fazla kan akıtıyordu. Gözleri kapalıydı ve oturduğu yerde kan biriktiği için kirli beyaz gladyatör tulumu kan kırmızısı olmuştu. Onu sağlam olan kolundan tutup hafifçe sarstım. Bansheeler bulunduğumuz yere varmadan önce uyanması gerekiyordu, tabii ölmediyse.

''Clint! Clint, toparlan tehlikedeyiz'' dedim yüksek ve hırıltılı bir sesle.

    Tepki vermedi.

''Tanrılar aşkına, bansheeler geliyor. Bizim buradan gitmemiz gerekiyor...'' diye yalvardım adeta.

    Yine tepki vermedi.

    Başımı ellerimin arasında aldım ve koridora ilk adımını atan korkutucu görünümlü yaratığa baktım. Beyaz derisi, bir elbise gibi üzerinden alt kısmına doğru genişliyordu. Elleri pençe şeklindeydi ve iki elinden de, sipsivri uzun parmaklarının arasından kan damlıyordu. Bir portakal büyüklüğünde, içi boş göz çukurları vardı ama göz çukuru siyah değil, kıpkırmızı kan doluydu. Hatta sol göz çukurundan (Belki ikisinden de) kanlar yüzüne doğru süzülüyordu. Yüzünün geri kalanı sadece ağızdan oluşuyordu. Dudakları iki düz çizgi gibiydi ve siyah, dağınık saçları vardı. Garip homurtular çıkararak bize yaklaşıyordu. Onun hemen arkasından iki tanesi daha geliyordu.

    Hafifçe titremeye başladığımı hissettim. Kalbim göğüs kafesini parçalamak istermişcesine atıyordu ve ben bundan aşırı derecede rahatsız oluyordum. Midem bulanıyordu, ve sol ayak bileğim bir satırla benden ayrılmış gibi müthiş bir acı hissediyordum.

    Gözlerimi kapatıp bütün bunların yetimhanedeki ortak salonda izlediğim bir film olmasını, gözlerimi açtığımda eski koltukta kendimi Skylar, Lauren ve Leanna ile oturuyorken bulmayı diledim. Ekrana omuz silkerek bakıp ''Benim sorunum değil, zavallı siyah saçlı kız ve yaralı çocuk oradan nasıl kurtulacak acaba?'' demeyi istedim. Ama olmadı, gözlerimi açtığımda değişen tek şey bansheelerin daha da yakınlaşmış olmasıydı.  Açıkçası bundan daha kötü bir durumda olamayacağımızı düşünmeye başlamıştım. Yaratığın ağlamaya başlamaması için dua etmeye başladım. Delirmek istemiyordum...

    Kulaklarımı ellerimle iyice bastırarak kapattım. Gözlerimi tekrar kapattım ve dizlerimi iyice kendime çektim. Bansheelerin çıkardığı en ufak seste bile kendimi kaybetmekten çok korkuyordum.  Sırtımı koridorun başına döndüm ve iyice duvarın dibine sindim. İçimden bir şeyler sayıklamaya başladım ve bansheenin arkamdan yaklaştığını düşünmemeye başladım. Bir süre Clint'le oyalandı, ve ben gitmedim, gidemedim. İçimden Clint'in tam o sırada uyanmasını ve sesleri duymasının çok kötü olacağını geçirerek uyanmaması için Hypnos'a yalvardım.

Hermes'in Kızı 2 |Nico di Angelo|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin