Hayatımda ailemden sonra ilk defa yeniden bir ailede gibiydim. Daha ilk günden böyle hissetmem normal miydi? Leyla Teyze de en az Suna Abla'm kadar sıcak ve ilgiliydi. Babamdan sonra bir erkeğin yakınlığı ve ilgisini özlediğimi ise Güney'in tavırları ile hatırlamıştım. Gerçekten onda kendine özgü güven verici bir şeyler vardı. Hem Masal' a olan ilgisi, sabrı; hem de bana karşı bir abi gibi davranması kendimi iyi hissettiriyordu. Asya Hanım da sanki bu ailenin bir parçası gibiydi. Herkes birbiriyle bütün ne kadar da uyumluydu. Gerçekten Suna Abla' mın dediği kadar vardı. Burası bana iyi gelecekti.
Akşam yemeğini bahçede yemiştik. Suna Abla'm bize okulda yaşadığı maceraları anlatıp bizi güldürmüştü. Zaten evde de anlatırdı ama; yılların deneyimi bu, anıları anlatmakla bitmiyordu ki... Yemekten sonra ise bizi evden zorla postalamaya çalıştılar. Suna Abla'm bir anımı bile boş bırakmamaya kararlı gibiydi. Israrlara dayanamayıp odama gidip kıyafetlerimi değiştirdim. Üzerime uzun uçuşan askılı elbisemi giydikten sonra, saçlarımı da balerin topuzu yaptım. Sandaletlerimi ayağıma geçirip beni bekleyen Güney ile dışarı çıktık. Sahilde yürüyecek sonra da bir yerde oturup bir şeyler içecektik. Yol boyunca Güney bana Erdek'i anlattı. Anlattıklarından buraya ne kadar hayran olduğu belliydi.
Hayran olmayacak gibi de değildi ki; yeşilin mavi ile kucaklaşması muhteşemdi. Hele o bol oksijenli havası insanın başını döndürüyordu. Hafif esinti boynuma ve yüzüme küçük öpücükler bırakırken yürümek beni mutlu ediyordu.
Bir süre sustuk ve sadece yürüdük. Sonra Güney beni burada sürekli gittiği mekana götürdü. Doğrusu çok hoş bir yerdi burası, samimi ve sıcaktı.
Küçük yuvarlak renkli masaların olduğu bir mekandı. Masaların üzerinde taze çiçekler vardı. Bahçesinin bir kısmında minderlerden oluşturulmuş minik köşeler vardı. Ben en çok da bahçeye bayılmıştım. Güney bakışlarımdan beğendiğimi hissetmiş olacaktı ki; "haydi bahçeye geçelim" dedi. Mutlu bir ifade ile bahçede en çok beğendiğim yere geçip oturdum.
Görevli hemen gelip Güney'i selamladı. Onu tanıdıkları belliydi. Şaşırmıştım.
"Burada seni herkes tanır mı? Yoksa bu buraya özgü bir şey mi?"
Güney, mühtehzi bir ifade ile gülümsedi.
"Yanılmadınız küçük hanım, burada da İstanbul'da tanınan bir şahsiyet olduğum doğrudur."
Vaay... Pek de mütevazi olduğu söylenemezdi. Gülümsedim. "Ben tanımıyordum ama..."
Güney hemen cevap verdi. Cevabı beni şaşırtmıştı.
"Fakat ben seni tanıyordum."
Bu da neydi şimdi, Güney beni nereden tanıyor olabilirdi ki?
"Şaşkın ifademle sordum. Sen beni nereden tanıyorsun ki?"
Güney rahat bir ifade ile arkasına yaslandı. " Aman Cemre nereden tanıyacağım, teyzem sürekli seni anlatıp duruyor. Kıskanmıyorum desem yalan olur."
Rahatlamıştım. Bir an sapık takipçi olduğunu düşündüğüm Rüzgar adlı ressam bozuntusu aklıma gelmişti. Onu düşününce içimi bir fırtına misali dolan karmaşık duyguların esiri oluyordum. Ve bu durum kendimi zayıf hissetmeme sebep oluyordu. Bir an kendime kızdım, Ne oluyor sana Cemre, buralara kadar yaşadıklarını unutmaya gelmedin mi?
Dalgınlığımı Güney'in sesi böldü. "Dünyadan Cemre'ye" : Onu duyuyordum fakat gözlerimi daldığı yerden ayıramıyor, zihnimi ise geçmişin kucağından söküp alamıyordum. Sonra Güney'in yaptığı diğer şaka ile kendime geldim. Telefonunu kulağına dayamış konuşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABLO: AŞKIN RENKLERİ
General FictionO sergiye gitmeyi hiç istememiştim. Ben ne anlardım ki resimden, tablodan, sanattan...Hayatımı zorlukla geçirmeye çalışırken, tablo görecek halim mi kalmıştı? Adımlarımı korkarak atıyordum yürüdüğüm yolda... Keyif veren aktivitelere ayıracak zamanım...