Çok şaşkın ve korkulu duyguların içerisinde yaşadığım çaresizlikten nasıl kurtulacaktım? Burak kendi kendine sevgili olduğumuza inanmıştı. Ona gerçekleri mi söylemeliydim, yoksa sevgilisi gibi davranarak dikkatini mi dağıt malıydım? Kuruyan boğazım ve göğsümden fırlayacakmışçasına atan kalbim de dayanamıyordu. Sakin kalmayı başarmalıydım, tüm sakinliğimi korumaya çalışarak ondan bir bardak su istedim. Burak tamam bir tanem diyerek suyumu getirirken ben buradan nasıl kaçabileceğimi düşünüyordum. Burak'ın ruh hali normal değildi. Hasta ruhlu bir adama ondan nefret ettiğimi söylemek ne kadar mantıklı olabilirdi, bunu kestiremiyordum. gözlerimi kapatarak geçmişe dönmek istedim. Rüzgar'ın yanında, ılık bir esinti gibi ruhumu sardığı zaman dilimine döneme ihtiyacı içimi yakıp kavuruyordu.
Burak bana suyumu uzattığında bir an elimde olmadan sıçradım. Sakin kalmaya çalışarak suyumu yudumlarken Burak'ın ağzından laf almam gerektiğini düşünerek onu ikna etmeye çalıştım.
"Burak , burası neresi?"
"Burak değil bir tanem bana sevgilim demelisin... Burası hiç tahmin edemeyeceğin kadar güzel bir koy. Burada çok mutlu olacağız, ben seni ölesiye seviyorum Cemre..."
"Burak, ben çok korkuyorum, galiba sen haklıydın. Haydi ellerimi çöz de evimize gidelim."
"Hayır aşkım, seni çözersem yine hata yapabilirsin. Eve döneceğimiz zamanda gelecek ama önce burada, bu cennette aşkımızı yaşamalıyız öyle değil mi?"
Ne diyeceğimi bilemiyordum. sanırım artık sonum gelmişti. Burak beni elde etmeden ondan kurtulamayacağım ortadaydı, üstelik ona karşı yumuşak tavır takınmam da işe yaramamıştı. Çaresizdim, Burak ile buluşarak yine hata yapmıştım.
Yaşadığım çaresizlikten kurtulabilmek için beni bıraktığı sedirin üzerine kıvrıldım. Bileklerimi sıkan iplerin acısını unutmaya çalışarak sadece Rüzgar'ı düşündüm. Rüzgar'ın ellerinin usul usul saçlarımda dolaştığı hayal ederek uyudum.
Gözlerimi açtığımda havanın karardığını anladım. Akşam olmuştu ve ben hala Burak'ın neler yapacağını bilemeden ellerim bağlı bir şekilde duruyordum. Peki Burak neredeydi? Ortalıkta görünmüyordu. ayaklarımı açmış olmasına şükrederek pencereye yaklaştım. Denizin dalgaları kıyıya vuruyordu, ürkütücü bir sessizlik içinde bir başımaydım. Belki de Burak sıkılıp gitmişti. Keşke keşke gitmiş olsa diye içimden geçirerek uyuşmuş bacaklarımı kapıya sürükledim. Bağlı olan ellerimle zorda olsa kapının kolunu aşağıya doğru indirdiğimde acı gerçek yüzüme çarpmıştı. Burak'ın kapıyı kilitlemeden gideceğini düşünmek tam bir aptallıktı. Burak beni cehennemine hapsetmişti. Dizlerim beni taşımıyordu, içimde büyüttüğüm ümitsizlik ve korku ile yere doğru süzülüverdim. Burak ne planlıyordu. Beni ailesinin yanına götürmediğine göre planladıkları benim hayrıma gelişecek olaylar değildi. bir anda aklıma evdekiler geldi, kaybolduğumu anlamış olmalıydılar. Ellerim bağlı olsa da çantamı bulup telefonuma ulaşmalıydım. Hemen yerimden doğrularak kalktım, ellerimin bağlı oluşu hareketlerimi de kısıtlıyordu. Etrafı tarayan gözlerim hayal kırıklığı içinde siyaha boyanıyordu sanki. korkuyordum, telefonumu ve çantamı saklamış olmalıydı. Aptaldım tam bir aptaldım, Burak'ın insan gibi konuşmaktan kastının bana zarar vermek demek olduğunu düşünmeliydim. rüzgar çok haklıydı. Başıma gelen her şey hayatı tek başıma göğüsleyebilme derdimden kaynaklanıyordu. dışarıdan gelen tekne motorunun sesiyle yerimden sıçrarken birilerinin bu ıssız yere gelmiş olabilmesini diledim. Pencereye usulca yaklaşarak dışarı baktığımda yine hayal kırıklığı ile kucaklaşmıştım. Burak ellerinde poşetlerle tekneden iniyordu. alışverişe gitmiş olmalıydı. bir insan nasıl bu hale gelebilirdi? bu nasıl bir cinnet anıydı. Burak'ın şizofren ruhunu nasıl fark edememiştim! Hiçbir şey olmamış gibi sedire yerleşerek uyuyor numarası yapmaya başladım. Ondan ne kadar kaçarsam o kadar koruyabilirdim kendimi. Yani ben öyle umuyordum. Burak'ın çıkarttığı poşet seslerine aldırmadan gözlerimi kapalı tuttum. Öylece ne kadar beklediğimi bilmiyorum, rol yapmak içi zorlandığımı ve saat kavramımı yitirdiğimi biliyordum sadece. bana yaklaşan adımların sesimi duymak içimi ürpertmişti. Burak'ın açtığı paketlerden gelen koku ve Burak'ın ayak sesleri ruhumu yaralıyordu. Şu anda bizimkilerle yediğimiz keyifli akşam yemekleri için neler vermezdim? Onları bir kez daha görebilecek miydim? Ruhumu sorgusuzca Rüzgar'a teslim etmiştim oysa, peki ben ruhum olmadan yaşabilir miydim.? düşüncelerimden midemin kasılması ile uzaklaştırıldım. Burak hiç sorgusuz sualsiz dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde midemde oluşan kasılma ve bulantıyı belli etmeden durabilmem mümkün değildi. Belli etmemeye çalışarak göz kapaklarımı araladım. Burak'ın yüzüne tükürmemek için kendimi zorlukla tutuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABLO: AŞKIN RENKLERİ
General FictionO sergiye gitmeyi hiç istememiştim. Ben ne anlardım ki resimden, tablodan, sanattan...Hayatımı zorlukla geçirmeye çalışırken, tablo görecek halim mi kalmıştı? Adımlarımı korkarak atıyordum yürüdüğüm yolda... Keyif veren aktivitelere ayıracak zamanım...