" Buraya kadar, aşkımı sana bırakmam." diyen Burak'ın sesinin ardından bir el silah ses ile birlikte Rüzgar'ın yere yıkılması bir olmuştu. Kollarında olduğum adam yere yıkılırken ben hiçbir şey yapamamıştım. Onu tutamamıştım. Donmuş bir şekilde Rüzgar'a bakakalmıştım. Bu an benim sonumdu. Rüzgar'ı kaybediyordum. Yerde kanlar içinde yatarken bir anda gözleri de kapandığında onun öldüğüne inanmıştım artık. Üzerine kapanıp ağlamaya başladım. Sonrasında Rüzgar'ı kurtarabileceğimi düşündüm. Çığlık atabilirdim. Burak öylece karşımda dikiliyordu. Bana doğru yaklaşmaya başladığında gücümü toplayıp bağırmaya başladım." İmdat, yardım edin!" Sahilde kimsenin olmadığını düşünsem de çığlığım işe yaramıştı. Birkaç genç bize doğru koşmaya başladığında, Burak panikleyerek kaçmaya başlamıştı. Tekrar o hastaneye kapatılmaktan korktuğunu düşünüp bunun için bile şükrettim. Yoksa beni orada Rüzgar'ın yanında bırakmayacağına adım gibi emindim. Genç adamlar yanımıza geldiğinde bir tanesi Rüzgar'ın yaşayıp yaşamadığını kontrol ederken, diğeri ambulansı arıyordu. Ben ise ölmemiş olması için dua ediyordum. Tek yapabildiğim buydu. Rüzgar'ı kaybetmemek için dua etmekten başka çarem yoktu.
Kabusum yine beni bulmuştu. İnsan bir insanın nasıl bir caniye dönüşebileceğini kestiremiyormuş. Burak bana bu büyük hayal kırıklığını yaşatmıştı. Çocukluğumuzdaki o duyarlı insanın yerinde şimdi gözlerinden kötülük okunan, ruhu intikam ateşi ile yanan bencil bir pislik vardı. Beni bile değişmeye zorluyordu artık. Bir karıncanın bile canını incitmeyi düşünemeyen ben Burak'ın canını yakmak istiyordum.
Ambulansla birlikte hastaneye vardığımda kimseyi arayacak durumda değildim. Rüzgar ameliyathanede ben ise koridorda varlıkla yoklu arasında bir yerlerde geziniyordum. Rüzgar yaşarsa yaşayacak, o ölürse ben de ölecektim sanki. Onunla birlikte tüm eksiklerim tamamdı. Ölen annemden ve babamdan kalan eksiğimi tamamlayan o muhteşem adam benim yüzümden can çekişiyordu şu anda. Hemşirede bizimkilere haber vermesini rica etmiştim. Ama henüz kimse yoktu. Gözüm bir koridorda, bir ameliyathanenin kapısında biçare bekleyişimi sürdürüyordum. Bekleyince zaman geçmiyordu elbette ve içeriden tek bir insan çıkıp bana geçmiş olsun seviliniz kurtuldu dememişti. Bir süre soran ayak seslerini duydum. Şimdi ne yapacaktım. ayağa kalkıp Leyla teyzenin yüzüne nasıl bakacaktım ben, ya Suna ablama ne diyecektim. Canları benim yüzümden içeride can çekişirken ben onları teselli etmek için hangi kelimeleri kullanacaktım. Her hücrem acıyordu. Omuzlarımda iki el karşımda beyhude sorular soruyordu. Biliyordum Leyla teyze cevapları bende arıyordu." Cemre, kızım söyle iyi mi oğlum? Oğlum yaşıyor mu Cemre? Ayağa kalktım gözlerim yerdeydi. Bir annenin yüzüne bakıp oğlun kanlar içinde yerde yatıyordu ve ben hiçbir şey yapamadım diyebilir miydim? Sustum, gözlerimi yere dikip sadece sustum. Suna ablanın hıçkırıklarını duyuyordum. Ben onlara mutluluk değil felaket getirmiştim.
Saatler geçmişti, ameliyathaneden çıkan olmamıştı. Kalktım koridorda yürümeye başladım. Bu işe bir çare bulmalıydım. Rüzgar'ın yaşadığını öğrendikten sonra artık bu duruma bir son vermeliydim. Ben artık ben değildim. O zayıf, kimsesiz, ezik kız yoktu. Kendi hesabımı kendim kesecek ve sonsuza dek bu masum insanların zarar görmesini engelleyecektim. Bunu en çok da Masal'a borçluydum.
Neredeyse bir saat sonra ameliyathanenin kapısı açıldı. İçeriden yorgun ve asık suratlı bir doktor çıktı. Leyla teyze, suna abla adamın karşısına dikildiler. ben ise cevabı duymaya cesaret edemiyordum. Belli ki kötü bir haber verecekti. Adımlarımı korkarak attım. Doktora doğru ilerledim. Leyla teyze yalvarırım bir ses tonu ile konuştu."Doktor söyleyin, yavrum iyileşti mi ne olur bana onun yaşadığını söyleyin. "
Doktor ellerini ceplerine koydu. Leyla teyzenin gözlerinin içine bakmıyordu. "Üzgünüm ama hastanın durumu kritik. Elimizden geleni yaptık. Kurşun iç organlarına hasar verdiği için çok fazla kan kaybı olmuş. Onu uzun bir süre uyutmayı düşünüyoruz. beklemekten başka çare yok." doktorun sözleri zihnimde yankılanıyordu. Rüzgar' ım benim biricik aşkım yaşam mücadelesini kazanacak mıydı ,belli bile değildi. Ne yapacağımı bilemez halde ağlayarak hastaneden kaçtım. Onu o halde görmeye dayanamazdım. Sevdiklerinin yüzüne bakamazdım. Rüzgar'a iyi gelmiyordum. Hastaneden çıkıp koşmaya devam ettim. Ayağımdaki ayakkabılar koşmama engel oluyordu. Onları çıkarıp yalın ayak koşmaya devam ettim. Sahile kadar koştum. Rüzgar'ın vurulduğu yere geldiğimde oraya yığıldım, tam o noktada yok olmak istiyordum. Rüzgar' ımın kanının karıştığı kumların arasında yitip gitmek. Artık korkmaktan yorulmuştum. Hayat çok büyük bir sınavdı. İnsanlar ne de basit düşünüyordu. Herkes ben oldum diyordu. aslında olan biten koca bir yalandı. Çünkü hayat her birimizi bir hamur gibi yoğurup şekillendiriyordu. Ben artık eski ben değildim. içimde yanan bir ateş vardı. Denize baktım. ölmek istiyordum. Dalgalara karışıp gitmek. Rüzgar'ın olamayacağımı biliyordum. Burak buna izin vermeyecekti. Ayağa kalktım ve usul usul denize doğru yürüdüm. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Deniz beni kendine çekerken sağduyumu yitirmiştim. Ölerek bu dünyada yaşıyacaklarımdan feragat etmiyordum sadece, Burak'ın yapacaklarından en kötüsü de Rüzgar'ın ölümünü görme ihtimalinden kaçıyordum. Suda ıslanan bacaklarımdan yukarıya doğru tırmanan ürperme hissi içimin titremesine sebep okurken, son bir kez daha gökyüzüne baktım. Rüzgar'la benim bu kumsalda üstümüzü aşktan dokunmuş bir yorgan gibi örten, bizi umutla dolduran gökyüzü ile vedalaşmak istiyordum. O anda bir yıldız kaydı ve kayan belki de benim mutlu olma ihtimalimdi. O anda içimden taşan başka bir duyguya esir olmuştum. Burak'a bu mutluluğu yaşatmayacaktım. Her gün, ama her gün bizim mutluluğumuzu nasıl bozacağını düşünen bu iğrenç insan yaptıklarının cezasını çekmeden bana ölmek yoktu. Geri döndüm ve boynumda asılı çantamdan telefonumu çıkardım. Burak'ı bulmalıydım. Telefonumu çıkarıp babasını aradım. Ona Burak'la görüşmek zorunda olduğumu söyledim.
Sesim kararlı olsa da adam aramama şaşırmıştı. Ona kızgın olduğumu, ondan nefret ettiğimi düşünüp bana bilgi vermek istemese de Burak'ın benim için hala önemli olduğunu söyleyerek telefon numarasını istedim. nihayet başarmıştım. Babasıyla yaptığım konuşmayı sonlandırıp onu aradım. Sesimi yumuşatmak benim için kolay olmamıştı. Ama madem oyun oynamak istiyordu. Hayatımın son kozunu oynayacaktım. madem yanacaktım; o da benimle birlikte sonsuza dek yanmalıydı. Telefonumdaki cevapsız aramaları görmezden gelerek onu aradım."Burak sen haklıydın, ben seni görmek istiyorum." dedim. kısa süren bir sessizliğin ardından konuştu."Neredesin aşkım, söyle hemen geliyorum." Ona kumsalda olduğumu söyleyerek telefonu kapattım. Geldiğinde hiç tanımadığı bir cemre ile karşılaşacaktı. Yarım saat kadar bekledim. Telefonum tekrar çalınca Suna ablanın aradığını görüp sesini kıstım. Rüzgar'ın durumunu öğrenmek için ölsem de, artık onun hayatını mahfetmeyecektim. Kumsala oturup yeni oyunumun baş roldeki kötü kahramanını bekledim. Bir süre sonra geldiğini hissediyordum. Bana yaklaştığında nefes alıp verişinin hızlandığını duymuştum. "Ben geldim !" dediğinde arkama dönüp baktım. yüzüme yapmacık bir masumiyet yerleştirdim. çünkü tüm masumiyetimi kalbimin en derinlerine gömmüştüm. "Nihayet geldin." dedim. sesimin titremesine engel olmak çok zordu. "Beni yaşadığın yere götür çok yorgunum." diyebildim. Ellerini omzuma koyduğunda ondan kaçmamak için kendimi zor tutuyordum. "Üşümüşsün aşkım, gidelim." dedi. Hayattaki en güzel hitap şekli bu kadar eğreti durabilir miydi bir insanın ağzında. Onunla birlikte yürüdüm. Bir süre sonra kaldığı butik otelin önündeydik. Onunla birlikte üst kata çıkarken kirletilen ruhuma üzüldüm. Hem ben kirlensem ne olurdu ki, ortada babasız kalma ihtimali olan bir çocuk vardı. Leyla teyzem oğlunun acısına nasıl dayanırdı. Ben ve Rüzgar'ın bir araya gelmesi demek ölüm demekti.
Onun odasına çıktığımda bana sımsıkı sarıldı. Hayatımda yaşadığım en zor anlardan biriydi.
Titriyordum. Burak çok normal görünüyordu, çünkü onu kendi rızamla çağırmıştım. Onu sevdiğime kendisini öyle inandırmıştı ki, şu an yine sevgilim olduğunu düşünüyordu. "Dinlenmek istiyorum. Yatağında ben yatabilir miyim dedim." Hiç ikiletmedi. Yatağın üstündeki örtüyü kaldırdı, bense üzerimdeki gece kıyafeti ile örtünün altında kayboldum. İçimden taşan hıçkırıkları zapt etmek zordu. Odadaki koltuğa oturarak beni hayran hayran izlemesine daha fazla dayanamadım. Rüyamda Rüzgar'ı görme umuduyla bir an önce uyumak istiyordum.
Ertesi gün uyandığımda deli gibi Rüzgar'ı merak ediyordum. Meraktan ölsem de onun yanına yaklaşmayacaktım. Burak gülümseyerek yanıma geldiğinde yanağımdan öperken kusmak istedim. Rol yapmak zorundasın diyerek kendimi kandırdım ve onunla birlikte kahvaltıya çıktık. Dışarıda kahvaltı yaptıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi sordu. Başındaki spor şapkayı ve gözlüğü hiç çıkarmamıştı. gülümsedim."Bana araba kullanmayı öğretir misin?" dedim.
Bir süre düşündü."Bu hiç de iyi bir fikir değil." dedi. Yaptığım rolün hakkını vererek ona yalvardım."Hani beni seviyordun. hani birlikte çok mutlu olacaktık. Demek sen de beni kandırdın." dedim. Hemen yumuşadı. Birlikte son aldığı arabanın yanına gittik. Erdek dışına çıkana kadar arabayı o kullandı. Sonrasında direksiyona beni geçirdi. Bana bir öğretmen edasıyla tüm detayları anlatmaya başladı. Saatlerce bıkmadan onun söylediklerini yaptım. Acemi tavırlarla kullandığım arabanın içinde korksa da, ısız yollarda araba olmadığı için seviniyor gibiydi. Bir süre daha etrafa göz geçirdim, sonra kafama koyduğum şeyi yaptım. Ani bir manevrayla direksiyonu kırdım ve yeşillik alana saptım. Tüm gücümle gaza basıyordum. Burak ise korkuyla bir yandan direksiyona hakim olmaya çalışarak bana bağırıyordu."Cemre yavaş, Cemre frene bas, Cemre uçurum var. bizi denize uçuracaksın. Cemreeeee..." korksam da üzülsem de, oyun benim istediğim şekilde bitmişti. Arabayla uçurumdan aşağıya sarsılarak düşerken ilk birkaç saniye aklımda sadece Rüzgar vardı. Eğer öldüyse onunla ruhlarımızın buluşmasını diledim. Yaşayacaksa eğer, beni unutup mutlu bir adam olmasını...Karanlık beni içine çekerken ben Burak'ı yok etmenin huzurunu yaşıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABLO: AŞKIN RENKLERİ
General FictionO sergiye gitmeyi hiç istememiştim. Ben ne anlardım ki resimden, tablodan, sanattan...Hayatımı zorlukla geçirmeye çalışırken, tablo görecek halim mi kalmıştı? Adımlarımı korkarak atıyordum yürüdüğüm yolda... Keyif veren aktivitelere ayıracak zamanım...