16. Bölüm - Kayıp / 1

9.4K 440 33
                                    

Multimedia | Matchbox Twenty - If You're Gone

۵

Sanırım, seni çoktan kaybettim.

Sanırım, sen çoktan gittin.

Sanırım, artık korkuyorum. 

Ve sen benim korkak olduğumu düşünüyorsun, bense senin yanıldığını.

۵

Odanın köşesinde duran tahta sandalyeyi, ses çıkarmamak adına havaya kaldırdı ve yatağın hemen yanına koydu. Odanın tahta döşemesi sesini duyurabilmek için adımlarını bekliyordu sanki. En ufak temasında feryat figan konuşuyordu. Dikkatlice oturdu ve sandalyenin kendisine müsaade ettiği kadar çekti bacaklarını kendisine doğru. Odayı hâkimiyeti içerisine almış olan karanlık, toparlanıyordu. Gidiciydi. Fazla zamanı kalmamıştı, güneş birazdan gösterirdi kendisini bütün ihtişamıyla. Kucaklamışken dünyayı, bırakmak zor geliyordu şafak vaktine.

Kollarını bacaklarının etrafına doladı ve yanağını, Yağız'dan tarafa bakacak şekilde dizinin üzerine yasladı. Bedeninden akan yorgunluk yere damlıyor, döşemenin altına sızarken kaynağını da beraberinde götürmeye çalışıyordu. Odada can bulan tek ses genç adamın sakin nefesleri ve kendi bitkin soluklarıydı. Her bir kirpiğinin dibinden göz bebeklerine oklar saplanıyordu sanki. Kanlı bir gölde ilerlemeye çalışırmış gibi, her hareket edişlerinde keskin bir acıyla kıvranıyorlardı. Her yeri isyan ediyordu.

Yatağın içerisinde uzanan bedene kilitledi bakışlarını. Genç adam, kendisi yataktan kalktıktan sonra sağ tarafına dönmüş, bir elini de yanındaki yastığın üzerine uzatmıştı. Başının yastığa uyguladığı basınç yüzünden ağzı bükülmüş, dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Bir tebessüm belirdi yüreğinde, ardından yok edici bir acı filizlendi hemen dibinde. Öyle ki aldığı nefesler toza bulanmış gibiydi, ciğerlerini boğuyordu. Aldığı gibi verdiği soluklar da ilerledikleri yolu tahriş ediyorlardı.

Göz kapaklarına yapıştırdığı hayali bantları, ancak gözlerine doluşan yaşları hissettiği vakit koparıyordu. Ziyan etmek istemiyordu, tek bir saniyesini dahi. Puslu bir yola doğru atacaktı adımını, şüphesi yoktu. Yağız'ın ardından gelmesini de istemiyordu. Bir daha görebilecek miydi onu, muallâktı. Son dakikalara doğru yol aldıkça adım adım, bir telaş hissine sarılıyordu bedeni. Parmaklarının ucuna evvelden bulanmış olan aidiyetlik hissi, aralarındaki bağı koparmasına izin vermiyordu. Oysaki düşünmek ne kadar kolaydı. Pişmanlığın yakıcı hissiyle kavrulan kirli düşünceleri, bulunduğu an içerisinde her şeyi sorgulamasına sebep oluyordu.

Kapıyı ardından kapattığında yıllarını adadığı ailesini, aylarını geçirdiği arkadaşlarını ve zaman kavramına yayılamayacak kadar özel olan anlarını verdiği adamı ardında bırakacaktı. Tüm hayatını avuçlarına alacak, birbirine kenetlenen parmakları arasından sızan tozları izleyecekti boş gözlerle. Kolay gelmişti, lanet olsun ki değildi. Bir saniye evvelinden vazgeçmeye razı olmayacak insanoğlu için tüm ömrünü silip atmak ne denli kolay olabilirdi?

Değildi.

Derin bir nefes verip kısa bir an gözlerini kapattı. Bütün hayatı bir bomba gibi karanlık zihninin ortasında patlamış, bütün anıları kareler halinde zihninin köşe bucağına dağılmıştı. Acıları neredeydi? Hüzünleri? Ağladığı geceleri? Yok olmak istediği saniyeleri? Yaşamındaki bütün kötü olaylar, anlar, hatıralar silinip gitmişti sanki. Zemini taradı bakışları dikkatlice. Kırıntıları dahi yoktu. Bütün bunların boşluğa karışması için vazgeçmesi mi gerekiyordu? Hayatından, çevresindeki insanlardan, kendisinden... Acıları bencildi. Yaşamdan yana kullandığı vakit insan hakkını karşısında dimdik durup kendisini parçalıyor, keskin uçlu parçacıklarını ayaklarının dibine seriyordu. Oysa vazgeçmek zorunda kaldığını hissettiği o an, hangi gökyüzüne doğru süzülüp uzaklaşmışlardı?

ZOR KADIN : DÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin