Uhhun köyü erkeklerin yarısı yaralı, yarısı Lepka yollarında olduğu için, kışında gelmesiyle sessizlik içindeydi. Kotan varken karargâh olarak kullanılan büyük çadır o yokken köy kadınlarının toplanma yeri olmuştu. Orada hem işlenirler, hem yemek yaparlar, hem de muhabbet ederlerdi. Birlikler Uhhun'dan ayrılalı 3 gün olmuştu ve her gün toplanıldığında bunun bahsi geçerdi. Bugün de konuşuldu.
-Varmışlar mıdır başkente ?
-Yok varamazlar. Yıllar önce mal satmaya gittiydik oraya. bir haftamızı aldıydı. Ama olsun. Geç olsun ama güç olmasın yiğitlerimize.
O her zamanki ''Amin'' sözcüğü yine hep bir ağızdan çıktı. Konuşmalar devam ederken kapıdan gözcü Kuyum sesli bir şekilde bağırdı.
-Aksoy Hatun ! Göksel Hatun geldi. Ordusuyla beraber seni bekler.
''Ordusuyla beraber mi ?!'' çadırın içindeki herkes kendine ve yanındakine bu soruyu sormuştu. Aksoy Hatun şaşkınlığını üstüne kürk örtüp gizleyerek çadırın dışına çıktı. Birkaç metre yürüdükten sonra sağında kalan düz alanda yüzlerce atlı ve önlerinde asil mi asil bir kadın gördü. Siyah atın üstüne beyaz zırhı ve Tuğrul soyunun getirdiği simsiyah saçlarıyla cennetin vücut almış haliydi adeta. Gözlerinden istemsiz yaş akıyordu. Akacaktı da. Tolga'nın ikizi olan Göksel'ini Kotantuğrul'un dostunun oğlu Göcek Bey'e gelin verdiğinde Göksel daha 15 yaşındaydı. Uğur ve Sancak aklı ermeyecek kadar küçüktü. Aradan çok zaman geçmişti. Kendini toparlayıp kızına doğru yürüdü. Göksel de annesine atından inerek karşılık verdi. Aksoy Hatun kızına sarıldığında hem mutluluktan hem üzüntüden ağlıyordu. Sımsıkı sarılmasına rağmen bırakmıyor, bırakmak istemiyordu. Çünkü bıraktığı iki oğlu can çekişiyor, diğerinin durumunu bile bilmiyordu. Göksel miğferini çıkartıp konuşacak duruma geldi.
-Canım annem. Ne kadar da çabuk geçti yıllar. Ne kadar özledim sizi bir bilsen. Köyümü de öyle. Çok büyümüş burası.
Aksoy Hatun kızını bırakmıyor, saçını yanaklarını okşamaya devam ediyordu.
-Yavrum. Dünyalar güzeli Göksel'im. Gittiğinden beri hiç gelmedin buraya. Hep yolunu gözledim. Gelecek diye bekledim ama çok kötü bir zamanda geldin be birtanem..
-N'oldu ? Babama bir şey mi oldu yoksa ? Tolga'ya mı ? Uğur, Sancak iyiler değil mi ana ? Onları korursun sen. Bir şey olmasına izin vermessin değil mi ?
Aksoy Hatun Göksel'i kolundan tuttu. Arkasında duran kadınlara orduyu Kotantuğrul'un ordusunun kaldığı kışlaya götürmesini söyledi. Göksel endişeyle annesine bakıyor, Aksoy Hatun konuşmuyordu. Onu bir çadıra getirdi. Göksel annesinin kolunu bırakıp çadırdan içeri girdiğinde iki kardeşi de yan yana yatıyordu. Tolga cılız bir mum ışığında kitap okuyor, Uğur ölü bir bedene sahipmiş gibi duruyordu. An geçmedi ki hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Göksel. ''Tolga.'' diyebildi sadece. Tolga onu farkettiğinde her şeyden feragat edermişce umursamazca doğrulmaya çalıştı. İlk seferde yapamasa da ikincisinde yatağa tutunarak ayakta kaldı. İkizler birbirine o kadar sevgiyle sarılıyordu ki köyün en güçlüsü olduğu söylenen ve o kanlı suikastten bile sağ çıkan Tolga'nın bir kedi yavrusu misali gözleri dolmuştu. Kalkmanın verdiği acıdan dolayı sızlanınca Göksel onu tutup yavaşça sırtını mindere dayanacak şekilde oturttu. Bunları yaparken bile sevinçten mi üzüntüden mi olduğu belirsiz ağlıyordu.
-Tolga ne yaptılar sana ? Kim cesaret edebildi bunu ?
-Swadyalılar. Devriyedeyken saldırıya uğradık. Ben kurtulabildim ama yanımdakiler o kadar şanslı değildi. Silah arkadaşlarımın hepsi öldü Göksel. 3 gün önce de yanıma kanlar içinde Uğur'u getirdiler. Sancak, babam, amcam kalan orduyla Lepka'ya gitti. Senden de yıllardır ses soluk çıkmayınca kendimi kitaplara vurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sancak Han ve Noyanları
Historical FictionSHvN... Salt tarihi kurgu veya olayın değil, aşkın, kardeşliğin, nefretin, ihanetin, edilen yeminlerin, tanımadığı insanlarla tanıdığı düşmanlarına karşı bir olmanın öyküsü.. Okuduktan sonra her yerde Tuğrul kardeşleri, Sancak'ı, Bars'ı, Altınay'ı...