Bölüm 16 : Kapanan Göz/Gözler

281 31 9
                                    

  Koşuyorlar. Arkalarına bakmaksızın, nefes almaya bile vakit bulamadan koşuyorlar. Birbirine yer altından köklerle bağlanıp üstünü ilkel yeşil bitklilerle süslemiş ağaçların engellerinden başarıyla geçenlerin yaşama oranı daha yüksek. Tökezleyen, bileği burkulan, gücü tükenen büyük ihtimalle son saniyelerini Kergit ormanlarında geçirecek. Sancak önlerde. Terden sırılsıklam bir halde yavaşlıyor. Sağ kolu bir engele takılmış olacak ki dirseğinden bileğinin arkasına kadar gömleği kan içinde. Yanlarından mermi gibi geçen arkadaşlarına aldırmadan gözü Bars'ı arıyor ama ortalarda yok. Arkasına döndüğünde kurt sürüsünün yere düşenleri parçalayanlar harici peşlerinde olduğu olgusunu kafasında tazeliyor. Son gücüyle kaçmaya devam ediyor. An geçmiyor ki önlerine kayalardan oluşan bir tepe beliriyor. Genç Akan yayını almış tepeden kurtlara ok yağdırıyor ama fayda yok. Sancak ırkının simgesi olan bu hayvanı daha öncede görmesine rağmen bu kadar kalabalık olabileceklerine hala inanamıyor. Tepeye tırmananların sayısı 10 kişiden biraz fazla. Kurtlar kana doymayan barbar krallar gibi kovalamaya devam ediyor. Bars hala ortalarda yok. Tepeden aşağı inerken Akan yanında koşan arkadaşına çarpıyor ve düşüyorlar. Dakika olmadan Akan da kanlar içinde. Sancak bu kan gölünden kurtulmak için küçükken Tolga ağabeyinden öğrendiği ve geceleri Uğur'la rekabet içinde tekrarladığı duaların hepsini hızla okuyor. İşte o an Sancak için bir yaratıcının olup olmadığı, eğer varsa da ona yardım edip etmeyeceğinin belli olacağı an. İçinden bir ses sürekli ''Keşke Uhhun'da kalsaydım'' dese bile o bunu ''Lepka'ya bir an önce varmalıyım'' olarak kendini kandırdığını bile bile değiştiriyor. Sağ botunun ayağından çıkmasına aldırmadan devam ederken adımını bir anda boşa atıyor. Kış mevsimine rağmen sıcak bir sabahta bu kadar çok koşup terlemenin verdiği ısı alışverişiyle yandığını farkediyor. Ayağını boşa attıktan sonra her şeyin farkında ama bunları düşünecek durumda değil. Vücudu bir anda buz gibi soğuyor. Uzun süreli bir şok. Nerede olduğunu, neden olduğunu hiç bir şeyi cevaplayamıyor kendi kendine. Gözleri bu yorucu başlayan güne erkenden kapanıyor. Çok kısa sürede yine Kergit ormanlarında alışılan sessizlik.

  Aynı anda ağaçtan 3 kuş gösterişli bir gürültüyle kalkıyor. Öğlen güneşinin vurduğu ışık ormanın güzelliğine güzellik katan sıklığından zemine değemiyor çoğu yerde. Bars sol elinde kendisinin yarısı kadar bir dalı destek olarak kullanmış, zorla yürüyor. Sağ eli hep sol gözünde. Tuniğinden yırttığı kumaş parçasını gözüne tampon yapmış ama kumaş kan içinde. Bir dağın içinden yarım kol genişliğinde su aktığını görüyor. İki kez sendeleyerek suyun yanına (sırtını yumuşak yaprak yığınına dayayarak) oturuyor. Kumaşı gözüne tutmayı bıraktığında manzara korkunç. Kurt sürüsünün katliamından kaçtığı esnada orta bir yükseklikten ağaca atlarken gözüne dal girmiş. Gözünün neredeyse tamamı akmış. Olayın şokunu atlattığında dalı gözünden çıkarmış ama kanama durmuyor. Fiziksel olarak acı hissetmese de içinden sürekli ağlamak geliyor. ''Büyük bir savaşçı olacaktım.'' diyor kendi kendine. ''Tüm dünyanın tanıyacağı dosta güven, düşmana korku veren bir savaşçı olacaktım.'' Bu esnada tampon yapmak için tuniğinden bir parça daha koparıyor. ''Şimdi ise tek gözlü bir canavarım. Dedem Korkut masallarındaki canavardan oldum.'' Kendi esprisine umutsuzca gülüyor. Sesi çıkar çıkmaz gülüşü acı bir yakarışa, ağlayışa, siteme dönüşüyor. 17 yaşında Babası İbrahim Bey tarafından Öğünç Bey'e kusursuz bir asker yapılma koşuluyla verildiğinden beri ilk defa ağlıyor. Sayamadığı kadar uzun süredir.  Kasten çıkarmadığı ufak tonlu seslerle dalıp gitmiş, düşünüyor. Altınay aklına geliyor. Küçüklüğünden beri sevdiği kız. ''Ya da kadın mı demeliyim ?'' diye kendine soruyor içi acıya acıya. ''Başkasının olsa hem onu hem o çocuğu boğardım ama Sancak.'' Evet Sancak. ''Annemle, babamla birdir Sancak.'' Yaşadığı onca fiziksel acı bunların yanında uçup gidiyor. Bir ara bağırış duyuluyor. Ne dediği, kim olduğu belli olmayan bir ses.

  Bars ayağa kalkıp yürümeye hazırlanırken karşısında gün boyu gördüğü şey beliriyor. Siyah saçları çamura bulanmış suratına pis su damlatırken karşısındaki hayvanla göz gözeler. Bars son gücü olduğunu kabullenerek dalı iki eline alıp mızrak gibi tutuyor. Karşısındaki kurt 1 ya da 2 yaşında bir erkek. Hırlama mı yoksa küstahça bir sırıtış mı belli olmayan yüz ifadesine bürünmüş. Saniyeler içinde atılacakmış kadar hazır ama saatlerce bekleyecek kadar rahat ve sinir bozucu. Bars hayatı boyunca yenik düştüğü sinirine bir kez daha yeniliyor. Dal parçasını kurda doğru atılarak saplamaya çalışıyor. Sonuç hüsran.  Bars yerde iki eli zemine dayanmış. beli dik bir şekilde yarı yatmış vaziyette. Kurtla aralarında kendi boyundan bile daha az mesafenin olması onu ölüme, şehitliğe çağırıldığının bir habercisi olarak geliyor. Kurt Bars'tan kurtulmasını sağlaya reflekslerini saldırmak için kullansa öleceğini biliyor. Kafasını eşsiz gökyüzüne kaldırıp iki elini yana açıyor. Teslimiyeti kabul ettiğinin bir göstergesi olduğunu bile bile. Küçükken tahtadan kılıçlarla Sancak tarafından yere düşürülüp ''Teslim oluyorum'' dediğinde Öğünç Bey'in ''Türk teslim olmaz !'' lafını kulağına var gücüyle bağırdığını bile bile. Öbür dünyaya gittiğinde Çenguş'ta, Leidar'da, dağda kahramanca şehit olan arkadaşlarına karşı başı önde olacağını bile bile teslimiyeti kabul ediyor. Sağlıklı olan gözünü bir daha hiç açmayacağını düşünerek kapatıyor. Sonrasında bir hırıltı ve sert bir ıslık. Gittikçe küçülen bir inilti..

  Sancak sırılsıklam bir halde sırtında uyuşuklukla gözlerini açıyor. Üzerinde dizlerine kadar inen içlik hariç her şeyi çıkarıyor. Gömleğin sırt kısmında sebebini bilmediği bir kesik var ama Kolundaki yarıkta kanama yok. Kan pıhtılaşmış ama acısı hala son sürat devam ediyor. Yanında silaha dair tek şey dala astığı kemerde bulunan dağlıların köyünde nöbetçiye sapladığı bıçak. Onu yanına alıp etrafa bakıyor. Etraftan her an o planlarını alt üst eden canavarların çıkabileceği endişesi Sancak için hiçbir savaşta yaşanmamış bir duyguya sebep oluyor. Şu an onu rahatlatan tek olay babasıyla amcasının Lepka'ya yürüdüğünü bilmek. (Ya da öyle ummak.) Dolaşırken yerleri ezberliyor ki geri dönebilsin. Yoksa gece olup soğuk bastırdığında çıplak vücudu dakikalarca bile dayanamaz. Kışın en güzel getirilerinden sulu turunç bir meyvenin ağacını buluyor. İsmini hatırlamasa da ince kabuğunu eliyle soyup içini yemesini gerektiğini öğreten Aksoy Hatun'u hatırlıyor. Ağzı saatler sonra yiyecekle içi de mutlulukla dolarken meyvenin adını hatırlamaya çalışıyor. ''Mandarin..Mantekin..Man..'' Sonra bu uğraşı saçma bulacak ki vazgeçiyor. Sırtında hala bir uyuşukluk. Sebebini öğrenmek için elini ilk defa sırtına götürdüğünde sırtında bir yol var. Derin ve ciddi bir yarık. Dokunduğunda acıtan bir yol. Bunlardan iki tane olduğunu farkettiğinde kurtlardan birinin olay anında yapmış olacağını tahmin ediyor. Veya suda sürüklenirken olmuş olabileceğini. Tüm gücünü bir anda kaybedip elindekileri yere düşürerek dizlerinin üstüne çöküyor. Başı eğik, ellerindeki sinirler tutmayacak halde. Bu duyguyu Leidar'da da yaşamıştı. Tükenmişlik. Ölüme en yakın olunan an. Bu esnada bile trajikomik bir şekilde ilk önce hangi bacağının çöküp o tarafa yığılacağını merak ediyor. Altınay'ı en sona saklamış. Küçükken, çok küçükken hayal meyal hatırladığı bir kız çocuğunun öğüdü aklına geldiği için en sona sakladı onu. ''Eğer uyumadan önce en son kimi düşünürsen melekler onunla beraber olman için her şeyi yaparlar''. Bu da bir uyku diyor Sancak kendi kendine. Uzun ve huzurlu bir uyku. Sağ tarafa yığılıyor. Üstüne yattığı yaprakların haşırtısı ona batan ya da kırılan dikenlerin sesleriyle karışıyor. Sebebini bilmediği bir şekilde gözünden yaşlar süzülüyor. Kapanmadan önce son bir kez daha su döküyor o kahverengi gözler. Bars'ın duyduğu bağırışın neredeyse aynısı duyuluyor. 

  Çok daha farklı bir şekilde yazdım bu bölümü. Enteresan oldu biraz ama ben beğendim. Yoruma açık bırakıyorum.



Sancak Han ve NoyanlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin