Şelalenin dondurucu suyunun altında tir tir titresem de kendime gelmeye çalışıyordum. Dayanılmaz ve tarif edilemez bir soğukluktu bu. Yanan bedenimin tek çaresiydi şimdilik. Dakikalarca kaldım bıçak gibi kesen, buz gibi akan suyun altında...
Bütün dengelerim alt üst olmuştu. Sabaha kadar uyku tutmamıştı. Dün gece dinlediklerim... Tüm ezberlerimin temelini bomba etkisiyle yerle bir etmişti. Doğrularım sarsılmıştı temelinden. Dokunulmazlarıma dokunulmuştu. Birisi gelip tüm inandıklarımın ve içselleştirdiğim duygularımın ırzına etmeden tecavüz etmişti... Kirlenmiştim...
Sabahı zor etmiştim. Bu duygu ve düşüncelerle kendimi dışarı attım. Buraya gelirken gözüme kestirdiğim şelale aklıma gelmişti. Daracık patika yolu ve o yolun kenarlarındaki kaya parçacıklarının üzerindeki işaretleri takip ederek buldum şelaleyi. Hoş, bulamasam da saatlerce yürümeye, kafamdaki gürültüyü susturmaya, sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Hem de her şeyden çok...
Keskin suyun altında ne kadar kaldığımı hatırlamıyordum. Artık titremeye başlamıştım. Akan şelalenin biraz gerisine doğru çekilip gözlerimdeki suyu temizledim. Saçlarımı geriye doğru çektim. Sabah güneşi, akan şelalenin aralarından kristal gibi vurdu gözlerime. Birazcık da olsa kendime gelmiştim.
Derin bir nefes aldım. Suyun içindeki taşlara basarak kenara çıktım. Üşümüştüm. Tir tir titriyordum. Güneşin vurduğu yeşilliklerin üzerine oturup dizlerimi çeneme kadar çektim. Çaresizce ısınmaya çalışıyordum. Tam o esnada birinin iki eliyle sonuna kadar gerdirdiği bembeyaz havluyla, bana doğru yaklaştığını gördüm... Gelen Kabakçıydı..
"Tedbirsiz girersen buz gibi suyun altına, böyle de donarsın evlat!" diye söylenerek sarmaladı havluya beni. Havluyu sırtıma koydu, kenarlardan da boğazımı kaplayacak şekilde birleştirdi nazikçe. Ve şefkatle...
Isınmaya ve kendime gelmeye çalışıyordum. O da yanında getirdiği poşetten bir şeyler çıkarttı. Yere bir örtü serdi önce. Sonra bir güzel donattı sofrayı.
"Acıkmışsındır... Güzel bir kahvaltıyı hak etti zulme uğrayan vücudun!.. Hadi gel evlat, karnımızı doyuralım!"
Konuşmayı unutmuştum sanki. Dilim lal kesilmiş gibi cevap veremiyordum. Sofranın başına geçtim. Ekmeğimi bölüp önüme koyuyordu. Gözü üzerimdeydi hep. Termostan çayımı kendi doldurdu. Yumurtamın kabuklarını soydu. Domatesleri tek tek dilimledi. Nefis bir sofra hazırladı.
Damağımı yakan çay, içimi de ısıtmıştı. Çok ihtiyacım vardı bu ısıya. Çayın sıcaklığı kadar, Kabakçının şefkati de bir o kadar iyi gelmişti. Baba sıcaklığını unutalı yıllar olmuştu. Dolu dolu yaşayamadığım o duyguyu, onun sayesinde hissetmiştim bu son birkaç dakikada.
Bir yanım savaşıyordu onunla. Diğer yanım, karşı konulamaz bir bağla bağlanıyordu sanki. Zihnimin cephe almasına karşılık hislerim adeta kucaklıyordu onu. Adını koyamadığım bu içsel mücadele esir almıştı tüm bünyemi. Düşünemiyor, konuşamıyor, yorum yapamıyordum. Başım önümde, kapatmıştım kendimi...
"Her seferinde ben de beynimin çatladığı zamanlarda kendimi bu buz gibi suyun altına atardım evlat! Az mı dondum bu şelalenin altında. Hem ben yapayalnızdım. Sabahın köründe, evden kaçarcasına çıktığımda, benim için endişelenen kimsem de olmadı hiç. Hiç suyun altından çıktığımda havlu saranım olmadı hayatım boyunca..."
"Neden ama" diyebildim sadece.
"Saf duygularımın kirlendiğini zannettiğim her defasında soluğu bu şelalede aldım. Arınmak istedim. Aklanmak istedim. Vücudumun suyla teması ne kadar uzun ve keskin olursa ruhumun da temizleneceğini, arınacağını zannettim. Olmadı evlat!. Olmadı. Su zihnimi arındırmadı..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM
Духовные"Adanmışların ve seçilmişlerin buluştuğu kadim sahnenin şahidisiniz. Varoluş arayışında görebileceğiniz en aydınlık buluşmaya bir de... Gerçeğin peşinde gidenlerin yolunda... Uzun ve soluksuz bir koşuya yüreği yetenlere sunulmuş bir ödül... Sonsuz...