Tatlı Telaş...

97 11 0
                                    

Ağır ve yorucuydu bu geceki uykum. Gözlerimi açtığımda kalkacak mecali ve takati bulamadım kendimde. Sabah ezanına çok az bir zaman kalmıştı. Alt kattaki banyoda abdestimi alıp pencereden dışarı baktığımda çardağın ışığının hâlâ yandığını gördüm. Misafirimiz gitmemişti. Epey bir hasretlik varmıştı demek ki bir türlü gidemedi. Donuk donuk baktım kendisine bir müddet. Hissizdim. Sabah mahmurluğu, yorgunluk, yılgınlık, bitkinlik... Her şey üst üsteydi. Keyfim hiç yoktu...

Sabah namazını odamda kıldım. Kuşluk vaktine kadar uzanayım, dedim biraz. Gözlerimi açtığımda gün, akşam olmuştu. Bir çırpıda toparlandım. Kendimi dışarıya attım.

Dışarıda bir kalabalık gözüme çarptı. Çardakta oturmuş sohbet ediyorlardı. Biraz daha yaklaştığımda Efendi Hazretlerinin konuştuğunu gördüm kalabalığın arasında. Dinleyenler de yabancı değildi. Eskilerden... Hepsini tanıyordum. Dönem dönem burada kalan, derslere katılan, hizmette bulunan talebelerdi. Yoğunlaştığımız zamanlarda hep beraberdik burada. Dosttuk, arkadaştık, kardeştik hepsiyle... Bazılarıyla akrandık, bazıları ağabeylerimiz sayılırdı. Çok uzun zaman olmuştu onlarla görüşmeyeli.

Çardağa geçtim. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hemen sağ taraftaki boşluğa oturdum. Mübareğin sohbetinin sonuna yetişmiştim maalesef. Arkadaşlarla sarıldık, hasret giderdik. Çok özlemiştik birbirimizi...

Ama neden? Yıllardır görüşmediğimiz insanlar neden bugün buradaydılar? Söylediklerine göre Efendi çağırmış onları. Hem de isim vererek, her birini seçerek. "Bundan böyle artık beraber olacağız." diyerek.

Kabakçıyla olan bağlantısından sonra Şeyhim, tekrar hayata dönmüştü anlaşılan. Kendini daha güçlü, daha dermanlı hissediyordu ki tekrar başlamaya karar verdi hizmetlerine. Kaldığı yerden... Hacı Anne'nin gidişinden beri, yaşayan bir ölü gibiydi Şeyh Efendi. Ta ki Kabakçı gelene kadar.

Sekiz kişiydiler. Dördünü eve yerleştirecektik. Diğerleri dışarıdan hizmete devam edeceklerdi. Bir komutan edasıyla ama nezaketle ve yumuşaklıkla talimatlar veriyordu talebelerine Şeyh Hacı Osman Efendi. Yapılacakları, neyin nasıl olması gerektiğini, kesinlikle yapılmaması gerekenleri... En ince ayrıntılarına kadar anlatıyordu. "Sözümü dinleyin... İyi dinleyin..." diye tekrarlıyordu Efendi. Tekrar tekrar anlatıyordu hassasiyetlerini.

Garip gelebilir ama haksız da sayılmazdı. Çok seveni, sözünü dinleyeni, talebesi vardı. Yazdığı eserler vardı basılması gereken. Onun söz ve işaretiyle nice hayatlar değişebilirdi. Taşları yerine oturtturmak ve insanların vebalini almamak için gayret ediyordu. Suiistimal olma ihtimallerinin önüne geçmeye çalışıyordu. Koca bir cemaatin göz kamaştıran yol haritasını çiziyordu anladığım kadarıyla.

Mutlu olmuştum. Eski, coşkulu ve parlak dünyamız tekrar oluşturuluyordu nihayet. Gelenler, gidenler, coşkular, muhabbetler, hasret gidermeler... Düğün evi telaşı gibiydi ortalık. Görevler dağılmış, herkes işinin başına geçmişti. Çok şükür...

Nerden bilebilirdim bu gördüğüm manzara, bu telaş, bu koşuşturmalar, bu coşkular... Her şey ama her şey bambaşka bir şeylerin hazırlığıymış meğer. Çok sonradan anladım bunu... Hiçbir şey gördüğümüz, bildiğimiz gibi değilmiş meğer...


KÖRDÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin