Defne...

32 22 0
                                    


Salem State Üniversitesi'nin doğu cephesinden geçen Lafayette Caddesi'ne çıkan Savoy Yolu üzerinde, arka bahçesinde yüz yıllık çınar ağaçlarının bulunduğu, iki katlı muhteşem evin ikinci katında saat 11'e doğru açtı gözlerini. Uzun ve yorucu bir gece olmuştu. Sabahın üçüne kadar aralıksız çalışmış, makalenin önemli bir kısmını da bitirmişti. Daha taranacak yığınla kitap, yığınla belge vardı.

Elbette babasından yardım isteyebilirdi, ama hazıra konmayı oldu olası hiç sevmemişti. Çalışır, çabalar, ne eder eder, kendi işini kendisi görürdü. Hiç kimsenin "Babandan torpillisin." demesini içine sindiremezdi. O nedenle herkesten daha fazla çalışıyor, daha çok alın teri döküyor, planladığı geleceğin adımlarını son derece sağlam atıyordu.

Babası kadar başarılı ve ünlü bir bilim adamı olmaktı en büyük arzusu. Zorlu bir süreç olduğunun bilincindeydi elbette. Bunun için çok çalışmalı, belki gecesini gündüzüne katmalıydı. O da öyle yapıyordu.

Son derece hırslı, son derece inatçı bir kişiliği vardı. İnsan doğduğu topraklardan çok uzaklarda olunca, muhtaç olduğunda tutunacak bir el bulamadığında öyle olurdu zaten. Çalışır, çalışır, gene çalışırdı.

Bir süre yatağında tembellik yapıp boylu boyunca uzandı. Gözlerini kapadı, ama gözleri uykuya doymuştu.

Çok sevdiği ay yıldızlı pijamaları üstünde, Savoy Yolu'na bakan geniş pencerenin önünde, bir iki da-kika güneşin tadını çıkarıp uzun uzun gerindi. Cep telefonunu eline alıp cevapsız aramalara baktı, hayır, aramamıştı. "Alacağın olsun Nathan, senden bunun hesabını sormaz mıyım?" diye söylendi.

Terliklerini giyip aşağıya indi. Deminden beri işittiği gürültünün kaynağı anlaşılmıştı. İkizler gene evi birbirine katmışlardı. Yardımcı kadın ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ikizlerin, evi deprem yerine çevirmesine bir türlü engel olamıyordu.

Ablalarının merdivenden indiğini gören ikizler koşarak geldiler. Nick ve Nicholas son derece sem-patik, tatlı çocuklardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bir o kadar da yaramazlardı.

"Deff, ben çizgi film seyretmek istiyorum!" dedi Nick. "Ben de!" diye ekledi Nicholas.

Yere çömelip ikisini de kucakladı.

"Sizinle bir anlaşma yapalım öyleyse, ben televizyonu açıyorum, sizler de uslu birer çocuk olup, yaramazlık yapmadan televizyonu seyrediyorsunuz. Anlaştık mı ?"

Uzun bir "Eveeeet" sesi çıktı ikizlerden. Ardından sevinç içinde hoplayarak, tam televizyonun karşısındaki ikili koltuğa yerleştiler.

Deff mutfağa geçtiğinde, yardımcıyı kahvaltı ha-zırlarken gördü.

"Günaydın Emma."

"Günaydın Bayan Kurt... Size kahvaltı hazırlıyorum, istediğiniz özel bir şey var mı ?"

"Teşekkür ederim, fark etmez. O kadar acıktım ki, ne olsa yerim."

Emma nefis şeyler hazırlamıştı. Hakkını da vermek gerekiyordu, işinin ehli bir aşçıydı, elinin değ-diği yemek anında lezzet kazanıyordu. "Hımmm, mükemmel olmuş, ellerine sağlık! Yalnız bu gidişle seninle bozuşacağız, beni şişmanlatmaya mı çalışıyorsun nedir?" diye takılmak istedi şaka yollu. Yar-dımcı kadın duyduklarından memnun olmuş gibi hafifçe gülümsedi.

Deff bir yandan kahvaltısını yaparken, diğer yan-dan kahvaltı masasının kenarına koyduğu tabletini açmış, e-postalarını gözden geçiriyordu. Bir yığın gereksiz posta birikmişti. Aradığını ikinci sayfada buldu, Nathan yeni bir ileti yollamıştı:


"En büyük çılgınlığım bu

- biliyor musun?

Zincirlerini kırıp düşünce ufkumun,

Alabildiğine düşünmek seni:

Zamansız, mekânsız,

Alabildiğine...

Ve alabildiğine sevmişken seni,

Olabildiğince genişken düşünce ufku,

Seni içimden geçirmek...

Hayaller kurmak senin üstüne,

Buğulu camlarda düşünmek seni,

Yolları gözlediğini bilmek

ve özlediğini düşünmek,

Alabildiğine...


Bir sokak lambasının titrek ışığında,

Ölesiye özlemek güzelliğini,

Yağmur yağarken üstelik

Loş ışıklı, dar bir sokakta,

Alabildiğine ıslak

ve alabildiğine vurgunken sana.


En büyük çılgınlığım bu

- biliyor musun?

Satır aralarında bulmak seni,

Anlamlara anlam yüklemek senden içre

ve görmek gözlerini, bir çocuğun gülüşlerinde.

Bir kuş ötse ötelerde,

Senden selam geldiğini düşünmek,

Yüzüme değen her esintide

Senden bulmak bir şeyleri...

Ve en büyük çılgınlığım bu,

- biliyor musun?

Bir yudum suyun serinliğinde

Nefesini duymak biteviye..."


"Harika!" diye yüksek sesle düşündü.

"Neymiş o harika olan?" diye takılmak istedi Emma.

Deff, Nathan'ın gönderdiği şiiri Emma'ya okudu.

"Gerçekten güzelmiş."

Defne, diğerlerine de yaptığı gibi, Nathan'ın gönderdiği son iletiyi kopyalayarak bilgisayarında daha önce "Nathan" adı ile açtığı dosyanın içine yapıştırdı. Şiire "En Büyük Çılgınlığım" adını verdi.

Kahvaltısını yaparken, iki yıldır devam eden ilişkilerini düşündü. Konferans salonunda o ilk karşılaştıkları günü hatırladı. Nathan ne kadar rahattı, her tavrıyla âdeta özgüven doluydu. Çıkma teklif ettiğinde "evet" diyememişti, günler, hatta geceler boyu süren iç hesaplaşmalar yaşadı. Böyle bir ilişkiye hazır olup olmadığını düşündü. Her şeyden önce ailesinin tavrını merak ediyordu. Sonunda babasına açılma cesaretini bulduğunda, ona olan hayranlığı bir kat daha artmıştı. "Kültür farklılığı elbette büyük bir sorun, ayrı dinden olmak sorunların belki de en büyüğü, ancak unutmamak gerekir ki, Tanrı hepimizin tanrısıdır. Dinleri bizleri Tanrı'ya ulaştıran farklı yollar olarak düşünmek gerekir, hangi yoldan gittiğin pek de önemli değildir, ulaşmak istediğin yerdir asıl olan." demişti babası.


Derin Karanlık   ( Kitap oldu )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin