Nathan 2

19 19 0
                                    


Zifiri bir karanlığın ve mutlak sessizliğin içinde açtı gözlerini. Kaç zamandır burada olduğunu, daha da önemlisi buraya nasıl geldiğini hiç bilmiyordu. En son hatırladığı Thomas'ın yerdeki bıçağı ve başının arkasında duyduğu keskin acı oldu. Doğrulmak istediyse de mümkün görünmüyordu. Elleri ve ayakları kalın iplerle sıkı sıkıya bağlanmış, sırt üstü yatıyordu. İki kolu da sırtının altındaydı, bir an kollarını hissedemediğini fark etti. Uyuşmuşlardı. Ağırlığını kullanarak yüzükoyun yatmayı başardı. Az sonra kollarına can gelmiş, omuzlarından kollarına doğru sıcak bir şeylerin aktığını hissetmişti. Dayanılır gibi değildi, müthiş acı veriyordu.

İkinci kezdir kör olduğunu hissetti. Gözleri açık olmasına rağmen hiçbir şeyi göremiyor, en ufak bir ses bile duyamıyordu.

Ava giderken avlanmıştı, bu kadar aptal olduğu için kendisine durmadan kızıyordu. Bir yolunu bulmalı, içinde bulunduğu durumdan kurtulmalıydı. Ama nasıl olacaktı? Ceplerini yokladı, mermileri ve pilleri almışlardı, sonra aklına arka cebine koyduğu küçük beyaz çakı geldi. Yokladı, evet oradaydı. Bir an şansının döndüğünü düşündü. Acele etmeli, çakıyı cebinden çıkarmalı, elini çabuk tutup kollarını bağlayan bu iplerden kurtulmalıydı.

O da öyle yaptı, ama ne kadar zor şeydi insanın kendi cebine uzanması. Bir an üstündeki pantolonu söküp atmak geldi içinden, sonunda başarmış, kan ter içinde kalmış olsa da çakıyı cebinden çıkarmıştı. İpleri kesmek kolay olacaktı. Çakı, küçüktü, ama iş görüyordu. Önce bileklerini ovaladı, sonra aceleyle ayaklarını bağlayan iplerden kurtuldu. Şimdi sıra, içinde bulunduğu ortamı tanımaya gelmişti. Ayağa kalkıp ellerini uzattı, körlemesine gidiyordu, elleri gözleri olmuş, parmak uçlarıyla görüyordu. Bir iki adım sonra elleri sert bir yüzeye dokundu, duvara benziyordu, yüzeyi pütürlü, yüksekçe bir duvara...

Yana doğru kayarak köşeye kadar geldi, sonra diğer köşeyi buldu. İki duvar arasında dört-beş adım ya var ya yoktu. Üçüncü duvar diğerlerinden farklıydı. İyice yokladı, odanın girişi olduğunu anladı. Yerde basamaklar vardı, eğilip yokladı, yukarı çıkıyorlardı.

Elleri üzerinde basamakları çıkmaya başladı, arada sırada duvarlara dokunuyor, farklı bir şeyler var mı diye bakıyordu, ama yoktu. Kör olmak bu kadar mı zor olurdu, görebilmek için neler vermezdi şimdi, bir kutu kibrit için bin dolar bile verebilirdi.

Birkaç basamak çıktıktan sonra bir kapıyla karşılaştı. Uzanıp parmak uçlarıyla dokundu, geriye doğru hafifçe aralandı. Koridordaydı şimdi. Her iki yanında muntazam oyulmuş taş duvarlar uzanıyordu. İki elini iki yanına uzatarak duvarlara dokundu. Birkaç adım atıp durdu. Az kalsın düşüyordu, yine merdivenler vardı. Bu sefer aşağıya iniyorlardı. Yere oturup elleri üzerinde inmeye başladı. "Birileri var." diye düşündü. Aşağıdan sesler geliyordu. Işık da vardı.

Az da olsa görebilmek ne güzel şeydi? "Az da olsa görebildiği için ne kadar şükretse az" diye düşündü. Sırtını duvara dayadı, ses çıkarmadan ışığa doğru yürüdü. Şimdi sesler daha net duyuluyordu.

"Çocukları götürmüşler." dedi biri.

"Kim götürmüş olabilir?" diye sordu öbürü.

"Hiçbir fikrim yok, nöbetçiler kimseyi görmemiş."

Başını uzatıp saklandığı köşeden bir göz attı. İki nöbetçi vardı. Altından ışık sızan bir başka kapının önünde bekliyorlardı. "İri bir taş bulmalı, sessizce yaklaşıp kafalarına indirmeli." diye düşündü, ama cesareti yoktu. Elindeki çakıyı sıkıca tutup beklemeye karar verdi. Bir süre sonra içerden bir ses duyuldu:

Derin Karanlık   ( Kitap oldu )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin