Yeraltı Şehri

13 19 0
                                    

Önlerinde oldukça yüksek, geniş ve dümdüz bir koridor uzanıyordu. İçeri girdiklerinde fark ettikleri ilk şey, tavanın yüksekliği oldu. Koridorun her iki yanında, birbirinin tam karşısında ahşaptan yapılmış kapılar vardı. Duvarlara tutuşturulmuş gaz lambaları koridoru boylu boyunca aydınlatıyordu.

Temkinli bir şekilde ilerlerken önlerindeki kapılardan biri dışarıya doğru açıldı. Son anda, fark edilmeden kendilerini bir başka kapıdan içeriye attılar. İçerisi son derece karanlıktı. Bir süre kulaklarını kapıya verip dışarıyı dinlediler. Az önce karşılaştıkları iki kişinin ayak sesleri, uzaklaştıklarını gösteriyordu. Sesler kesilince çıkmaya karar verdiler.

"Bu işin sonu yok, gördüğümüz herkesten saklanırsak bir yere varamayız!" dedi Thomas.

"Bence de," diye cevap verdi Nathan. "Eninde sonunda birileriyle karşılaşmak zorunda kalacağız, ilk hamleyi yapan biz olmalıyız."

Nathan kapıyı aralayarak koridora çıktı, yüzlerini mümkün olduğu kadar gizleyerek ilerlediler. Koridorun az ilerisinde sağa sola devam eden başka koridorlar vardı. Çok geçmeden geniş bir kubbenin altındaki açıklığa geldiler. Her iki tarafta yukarıya çıkan merdivenler vardı, aynı merdivenler aşağıya doğru devam ediyordu. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında kubbenin her iki tarafında bankona benzer çıkıntılar gördüler. Pencerelerin bazılarından ışık sızıyordu.

Önlerinde iki seçenek vardı. Ya merdivenlerden yukarı tırmanacaklar ya da aşağı ineceklerdi. Merdivenin başına geldiklerinde uzaklardan kakofonik, uğultulu sesler duydular. Bir parlayıp, bir sönen seslerdi bunlar. Birkaç adım atıp yaklaştılar. İndikçe sesler yükseliyordu. Sonunda merdivenin dibine vardıklarında, hararetli bir tartışmaya kulak misafiri oldular. Birileri birilerine meydan okuyordu.

Sırtlarını duvara yaslayıp dinlediler.

"Liderimiz ortalarda yok, başına bir şey gelmiş olmasından endişe duyuyorum. Onun yokluğunu fırsat bilip tahtına kurulmuşsunuz. Bu yetkiyi nereden aldığınızı sorabilir miyim? Eğer ona bir şey yaptıysanız bunun hesabını en ağır şekilde ödeyeceksiniz!"

"Sözlerinize dikkat etmenizi tavsiye ederim, şu anda güç benim elimde ve istediğime istediğim şeyi de yapabilirim, buna kim engel olabilir?"

"Yaptığınız tam anlamıyla zorbalıktır, biliyorsunuz ki konsey kararı olmadan o tahta oturamaz, o asayı elinize alamazsınız!"

"Ne kararından bahsediyorsunuz? Konseyin kararını bekleyecek zamanımız yok, ortada son derece olağanüstü bir durum var. Bir an önce toparlanmalı, harekete geçmeli, burnumuzun dibine gelen düşmanı ortadan kaldırmalıyız."

"Ben sizin hırsınızdan daha büyük bir düşman göremiyorum, bir gün bu yaptıklarınız felaketimiz olabilir."

"Çok geç kaldın, tören için emrimi verdim bile, vaktiyle o çocuğu ortadan kaldıralım diye yaptığım teklife karşı çıkmasaydınız bugün bunları konuşuyor olmazdık."

"Boşuna çırpınıyorsunuz, başkalarını suçlayarak bir vere varamazsınız, o kız kutsal kehanette sözü edilen kız, ona kesinlikle zarar veremezsiniz, asıl bunu yapmaya çalışırsanız felâketimizi hazırlamış olursunuz."

Tahtına oturmuş, sesinin tonundan öfkesinin patlama noktasına geldiği belli olan kadın, ayağa kalktı, elindeki asayı deminden beri tartıştığı kadına uzatarak:

"Tutturmuş bir kehanet gidiyorsunuz, kehanet diye bir şey yok, bunlar uydurma çocuk masalı, biraz büyüyün artık, biraz gözlerinizin önünü görün!" dedikten sonra kalabalığa dönerek: "Kehanet masalına inanan var mı aranızda?" diye sordu.

Kalabalık yumruklarını havaya kaldırarak onu yüksek sesle desteklediler.

Tartışmayı kaybetmek üzere olduğunu anlayan diğer kadın altta kalmak istemiyordu, kalabalığa dönerek onları ikna etmeye çalıştı:

"Bir çılgının peşinden mi gideceksiniz, hepiniz aklınızı mı kaybettiniz, bu yaptığınızın yasalarımıza aykırı olduğunu göremiyor musunuz? Yasaları bir kez ihlâl edersek bunun önünü nasıl alabiliriz? Kendinize gelin!"

Kalabalık çoktan kararını vermişti, kötülüğü seçmişlerdi, zorbalığı ve şiddeti tercih edeceklerdi, slogan atarak yeni reislerini onurlandırdılar.

İkna çalışmaları sonuç vermeyen kadın, "O halde günah benden gitti, hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum, bu dakikadan itibaren burada durmamızın bir anlamı da yok, gidelim!" diye yandaşlarına işaret etti, sinirli adımlarla başka bir merdivenden yürüyerek dışarı çıktı.

Nathan ve Thomas sırtlarını duvara vermiş iki rakibin birbirlerine meydan okumasını dinliyorlardı. Nathan duyduklarından Marry'nin hâlâ hayatta olduğunu anlamıştı, henüz çok geç değildi, bir yolunu bulup onu kurtarmalıydı. Bir an yalın kılıç içeri dalmak istediyse de bundan vazgeçti, faydası olmazdı, içeride en az yüz kişi olmalıydı, yüz kişiyle aynı anda başa çıkmaya çalışmak tek kelimeyle intihar olurdu. Thomas'a geri çekilmeyi önerdi. Usulca geldikleri yoldan geri dönerek yukarıya çıktılar. Köşeyi dönüp koridora çıkmışlardı ki, koyu yeşil suratlı, uzun burunlu iki cadıyla burun buruna geldiler, cadılar bir elleriyle kollarından sıkı sıkı tuttukları bir çocuğu çekiştirerek getiriyorlardı. Bir an donup kaldılar. Nathan, bir saniye kadar çocuğun yüzünü görmüştü. Bu Marry'di... Birden öfkeyle ve adrenalinle doldu, ani bir refleksle elinde tuttuğu kılıcını yeşil suratlı cadıya doğru salladı. Cadılardan birini ortadan kaldırmıştı. Diğeri bir adım geri çekilerek kemerinden çıkardığı bıçağı Marry'nin boğazına dayadı. Her ikisi de bir an öylece dondular. Nathan tereddüt etmişti, saldırsa mıydı, dursa mıydı bilemedi. Saniyeler geçmek bilmiyordu. O anda karşısındaki çirkin suratın bir balkabağı gibi patladığını gördü. Bu nasıl olabilirdi? Yana döndüğünde her şeyi anlamıştı. FBI Ajanları yetişmişti. Nathan, kılıcını Thomas'a verip Marry'yi kucakladı. Uzun uzun sarılıp öptü.

Ajanlar koşarak geldiler. Madison, "İyi misiniz çocuklar?" diye sordu. Thomas az önce duyduklarını özetledi. Aşağıda kalabalık bir topluluğun hararetli bir tartışma içinde olduğundan söz etti. İki ajan Thomas ve Nathan'la birlikte yukarıda kaldı, diğerleri, elleri tetikte hızlı bir şekilde aşağıya indiler.


Derin Karanlık   ( Kitap oldu )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin