1692 Massachusetts

94 28 0
                                    

Kesif bir duman kokusu bütün kasabayı kuşatmıştı. Gecenin karanlığında, diz boyu kar altında, tepeleri çevreleyen ormandan doludizgin gelen atlılar, ailenin tek geçim kaynağı olan ağılı ateşe vermişlerdi. Zifiri geceyi aydınlatan meşaleler, sokaklardan meydana doğru akıyordu. Bir çiftlik evi öfkeli kalabalığın hedefi olmuş, alevler içindeki ev kasaba meydanını şenlik yerine çevirmişti. Liderleri olduğu her halinden belli, iri, göbekli bir adam, sağa sola emirler yağdırıyor; öfkeli, mahşerî bir kalabalık, elleri sıkı sıkıya bağlı iki kadını sürükleyerek kasaba meydanına getiriyordu.

Çoktan hüküm verilmiş, idam mahkûmları için darağacı kurulmuştu. Lanetin kalkması için her ikisinin de ortadan kaldırılması gerekiyordu.

"Yakalım!" diyordu biri, avaz avaz bağırarak.

"Yakalım!" diyordu diğerleri.

Çarçabuk yığınla odun getirildi. Vaktiyle atların bağlandığı direklere, iki kadın bağlanmıştı şimdi. Kadınlardan biri gözyaşları içinde yalvarıyordu: "Hayır, durun yapmayın, ben masumum!" diyordu. Kısık ve cılız sesiyle durmadan yalvarıyor, iniltiye benzer ölgün sesler çıkarıyordu.

Kasabanın rahibi öne çıktı. Elindeki haçı uzatarak: "İtiraf et kızım, itiraf et ki ruhun kurtulsun, Tanrı seni bağışlasın!" diyordu. "Ben suçsuzum!" diye bağırdı kadın, "ben suçsuzum, büyü yapmadım, suçsuzum!" Rahip aynı sözleri diğerine de tekrarladı. Yaşlı kadın son bir gayretle başını kaldırdı. Buz mavisi gözleriyle rahibin gözlerine baktı. Kana, çamura bulanmış yüzünde tarifi imkânsız bir öfke belirdi. Nefretle rahibin suratına tükürdü: "Canınız cehenneme, cehennemde görüşürüz!" diyebildi.

Öfkeli kalabalık kudurmuş gibiydi. "Yakın!" diye bağırdı koca göbekli adam, "İkisini de yakın!" Saçı sakalı birbirine karışmış, yüzleri bir bufalonun kıçı kadar çirkin, iriyarı iki adam ileri çıktılar. Ellerindeki meşaleleri odun yığınlarının arasına attılar. Çalı çırpı ile beslenmiş odunlar hemencecik tutuştu. Kalabalık arasından nereden geldiği belli olmayan bir iki taş havada uçuştu. Yüzü gözü kan içindeki kadının suratında patladı. "Cadıya ölüm! Cadıya ölüm!" sesleri meydanı doldurdu...

Bütün gece yağan kar, günahların üstünü bir yorgan gibi örtmüştü. Harabeye dönmüş evin pişmiş tuğladan yapılmış bacası dışında, hiçbir yeri ayakta kalmamıştı. Gece, kasabayı bir kâbus gibi örten dumanlar gitmiş, günün ilk saatlerinde yerini yoğun bir sise bırakmıştı. Yokuşun aşağısında, çamurlu, karlı yolda, ayak sürüyerek ilerleyen kilisenin Zangoç'u dışında kimsecikler yoktu ortada. İğreti bir şeyi tutar gibi yakılan kadınlardan arta kalan kemikleri küreyerek, sulağın bitişiğindeki kör kuyuya doldurdu. Geldiği yoldan gerisin geriye dönerek, yokuşun aşağısında, sisler arasında kaybolup gitti.


Yorumlarınızı ve yıldızlarınızı bekliyorum,

U.F.OMER


Derin Karanlık   ( Kitap oldu )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin