(Müziği dinleyerek okuyun <3)
Çığlık. Tek yapmak istediğim deliler gibi çığlık atmaktı. Sonsuz bir karanlığa gömülmüş görüşümden başka bir şey yoktu. Her yer bomboştu, dolu olsa bile hiçbir şey görünmüyordu. Canımın acıdığını hatta bu acının dayanılmazlığını hissedebiliyordum ama ses çıkarmam ve hareket etmem yasaktı. Bunlar olmuyorsa da ağlayabilseydim ama o da olmuyordu. Ölmüş müydüm ki? Neredeydim? Kimdim? Hayır hayır, her şeyi hatırlıyordum. Kim olduğumu, hayatımı, ailemi, O'nu... Peki, gerçekten ben neredeydim? Uyuyor muydum? O zaman nasıl düşünebiliyordum? Düşünebiliyorsam neden hiçbir şey görmüyordum? Sorular ama asla veremediğim cevaplar. "Lütfen kapının dışında bekleyin. Ellie? Tatlım beni duyabiliyor musun?" Evet! Duyabiliyorum! Kimsiniz? "Bilinci daha yerinde değil." İçini çekti ve ayak seslerinin uzaklaştığını duyabiliyordun. Hayır gitmeyin! Biri bana neler olduğunu söylesin! Yalvarırım. "Durumu ne kadar kötü?" Bu sesi tanıyordum, bu babamdı. Sesi hiç iyi gelmiyordu ve benim babam çok nadir mutsuz olan bir insandır. "Çok ucuz atlattığını söyleyebilirim, ama şimdilik umutlarınızı çok yüksek tutmayın Bay Good. Ne olacağını sadece Tanrı bilir ama durumunu detaylarını size ofisimde vereceğim, hastamızın sessizliğe ihtiyacı var." Gitmeyin! Tam da sizi duymaya başlamışken.
Transtan mı nereden çıktıysam, ondan çıkmak her ne kadar ilk başa göre iyi olsa da bir sorun vardı, hem de büyük bir sorundu. Dayanılmaz diye düşündüğüm acı sadece acı değil hatta dayanılmaz hiç değildi. Şu an resmen ölmek istiyordum. Aynen öyle, kendimi ölümün kollarına bırakmayı bu acıya yeğlerdim. Sanki derimi yüzmüşlerdi ve üstüne tuz bastırıyorlardı, kemiklerimi tek tek kırıyorlardı ve asıl sorun ben her ne kadar sadece vücudumun belli kısmında olduğunu bilsem de acı tüm vücudumdan hatta en küçük sinir hücreme kadar hissediliyordu. Tanrım bana neler olmuştu?
Kapı kapandı ve etraf yine sessizleşti. Ben ve acıyan ancak katiyen oynatamadığım bedenim baş başa kalmıştık. İkimiz bir bütün olmamıza rağmen bana öyle gelmiyordu yani şu an. Etraf hala karanlık ve sessizdi. Kafayı mı yemek istiyorsunuz? Buyurun bana katılın. Kendi kendime kafamda gülmeye çalıştım ama doğru düzgün düşünemediğim için ne sesimi duydum ne de kenarları yükselen dudaklarımı gördüm. Yok yok kesin ölmüştüm ve Tanrı şu an beni cennete mi yoksa cehenneme mi yollasın diye bir sınava sokuyordu. Benim sessizliğimde zaman kavramı yoktu, her neredeydiysem orada herhangi bir kavram yoktu. Kapı açıldığını duydum ama ne kadar süre sonra bilmiyorum. "O iyi mi?" Cevap yok. Kim ben? Ölmüş bir genç kız ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim işte, soru mu bu? Acım her geçen saniye daha da artıyordu ama öldüysem nasıl acı çekiyorum? Kesin cehenneme gidiyorum. "Pattie, Ellie şu an yoğun bakımda." "Bunu ne yazık ki görebiliyorum Scooter." O sırada bir telefon çaldı, hatırladığım kadarıyla bu zil sesi Scooter'a aitti. "Efendim Justin? Hayır, çıkmadı daha. Ne kadar iyi bilmiyorum, doktor hayati tehlikenin devam ettiğini söylüyor. Justin sakin ol!" İçimde bir şeyler burulmuştu sanki ama lanet onu da hissedemiyordum. Canım acıyordu. Hem de çok. Bütün vücuduma hükmediyordu bu acı. Ne olur işimi bitirin. Hemen neredeysem oracıkta beynime bir kurşun sıkın.
Birden etrafı yüksek bir ses sardı, ince kulak tırmalayıcı, uzun bir bip sesi. Hani filmlerde olur ya monitördeki kalp atışı düz olu-yok hayır. Gerçekten ölüyordum. Ölüyorum! Bana yardım edin! Hey! Sesiniz nereye gitti? Biri bana yardım etsin! Her yerim yavaş yavaş uyuşuyor ağrı gitgide azalıyordu. Bu iyi miydi kötü müydü? Sessizlik iradesini koruyor hiçbir şekilde varlığından ödün vermiyordu ancak karanlık, o yerini hayatımda görüp görebileceğim en parlak ışıkla değiştiriyordu. Tam karşıda, kim bilir ufukta ışık parıl parıl parıldıyordu. Bir el uzandı. Narin, yumuşak bir eldi. Bilmediğim ama içten içe tanıdığım bir el. Tam tutacaktım geri çekildi ve hızlı hızlı yanlara doğru sallanmaya başladı. "Daha değil Ellie, bebeğim sana her ne kadar sarılmak istesem de daha çok erken." "Anne?" sesim farklıydı ama yine de vardı. Boğuktu ama en azından gelmişti. Rüya mı görüyordum? "Ellie geri dön!" Annemin çığlığı kulaklarımı sardı ve ruhum deşip geçti. "Anne gitmek istemiyorum!" "Ellie hayır dedim! Geri dön!" Kendimi göremiyordum. Sadece karanlık, aydınlık ve uzanan bir el vardı. "Seni bırakamam!" "Elbet bir gün geleceksin ama daha değil!" Annemi onca zaman sonra bulmuşken bırakamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Be Alright (Justin Bieber Türkçe Fanfiction)
FanfictionEllie Good babasının işi yüzünden vazgeçtiği hayatını, tanıştığı dünyaca ünlü genç pop şarkıcısı Justin Bieber adamıştı. Aynı zamanda çok yakın arkadaşlarken aynı zamanda beraber iş yapıyorlardı. Bir şeyin farkında değillerdi. Birbirlerine aşık oluy...