Bu manzara bana tanıdık gelmişti. Ronald yine üzerinde bir takım elbise ile bana doğru gülümsüyordu. Kulübenin içi tamamen değişmişti. Her yer rengârenk ışıklarla süslenmişti. İçerisini rutubet değil, hoş bir koku sarmalamıştı. Yerde hoş bir kilim, onun üzerinde iki minder vardı.
Ellerim ağzımda, ona doğru baktım. Gözlerim dolmuştu. İkinci kez bana aynı şoku yaşatmıştı. “Sana inanmıyorum!”
Hiçbir şey demeden gülümseyerek bana bakmayı sürdürdü. Bu kez üzerimde aptal eşofmanlar yoktu. Yine de bu ortam için kıyafetimin mükemmel olduğu söylenemezdi. O sırada Ronald’ın yanında duran kutu dikkatimi çekti. Ronald, bakışlarımı kutuya yönelttiğimi fark edince eğilip kutuyu aldı ve bana uzattı. Heyecanlı bir şekilde kutuyu açtım. İçinde kırmızı bir elbise duruyordu. Usulca kıyafeti çekip çıkardım. Uzun, kırmızı ve vücudu saran bir elbiseydi.
“Bu kez kendini benim yanımda vasat hissetmene gerek kalmayacak.” Gülümsedi.
Ağzım açık kalmıştım. İki gündür bunlar için mi uğraşıyordu? Bir şey demeden kıyafeti aldım ve “Arkanı dön,” dedim. İtiraz etmeden arkasını döndü. Hızla üzerimdekileri çıkarıp elbiseyi giydim. Bedenime tam oturmuştu. Hemen toplu olan saçımı açıp dalgalarını omzumdan aşağıya doğru saldım. “Sanırım oldu.”
Arkasını döndü ve bana doğru baktı. “Harika gözüküyorsun. Sana kırmızının çok yakıştığını söylemiş miydim?” Yanıma yaklaştı ve ellerimi tuttu. “Yıllar sonra, oturmuş çocuklarımıza, torunlarımıza bu anı anlatıyor olacağız.”
Gülümsedim. Ne desem bilemiyordum. Karnımda mutluluğun etkisi ile oluşmuş aptal bir ağrı vardı. Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey söylemeden öylece onun gözlerine bakabilirdim.
Usulca beni çekti ve yere uzanıp kafasını mindere dayadı. Buz gibi havada içimi ısıtan mutluluğun etkisiyle yanına uzandım. Bir süre hiçbir şey demeden durduktan sonra oturup ona doğru baktım. Gözlerini kapatmıştı. Kulübenin içine şöyle bir baktım. Gerçekten çok uğraşmış olmalıydı. Benim için bu denli uğraşması gözlerimi doldurmuştu. Ronald’a doğru gözlerim dolu bir şekilde baktım. Gözlerini açsın istiyordum. Bana baksın ve gözlerimden akan yaşlarla onu ne kadar çok sevdiğimi anlasın… Ancak hiç uyumamış olduğu için yorgun gözüküyordu. Belki de çoktan uyuyakalmıştı.
Yavaşça koynuna sokuldum. Hemen kolunu üzerime doladı. “Seni seviyorum,” dedim fısıldayarak. “Bu kadar uğraşmış olduğuna inanamıyorum. Bu benim için şimdiye kadar yapılan en harika şey olmalı.”
“Sen de başıma gelen en harika şey olmalısın.” Sonra yerinden yavaşça kalktı ve köşedeki radyoda bir tuşa bastı. Şarkı çalmaya başlayınca yavaşça yanıma geldi. Elimden tutup beni kaldırdı. Sonra ellerini belime koydu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bu dansımız diğerinden daha farklı bir hava içerisindeydi. Karnıma aptal bir sancı girmişti ve gözlerim dolu bir biçimde gülümsüyordum. “İyi ki hayatıma girdin,” dedim ve bu sözüm üzerine gözümde asılı kalmış olan gözyaşı da yavaşça yanağımın yanından süzülmeye başladı.
İlk kez bu şekilde hissediyordum. Daha önce hissettiğim duygulardan daha farklıydı. Bu benim için daha önce yaptığı sürprizlerden daha farklıydı. O kadar mutlu hissediyordum ki, bu rahatsız ediciydi. Suratımı asıp ağlamaya devam ettim.
“Sorun ne?” Bana doğru üzülmüş bir şekilde baktı.
“Sanki her an hayatımdan çıkıp gidecekmişsin gibi geliyor. Bu korkuyu idare edebilmek o kadar zor ki…”
Dans etmeyi bırakıp yanağımdaki yaşları parmağı ile sildi. “Seni asla bırakmayacağıma emin olabilirsin.”
“Sana güvenim sonsuz; ama bilmiyorum. Hayatın bu kadar iyi niyetli olduğuna inanmıyorum. Sanki her mutluluğu bir şekilde bozmak için programlanmış gibi.” Yere doğru baktım. Hislerimi öylece söylemek doğru muydu bilmiyordum. Belki de tamamen saçmalıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Popülerlik Merdiveni
Novela Juvenil14 yaşında yazdığım bir hikaye. Birçok eksik var farkındayım. Ancak lütfen, 14. En azından burada dursun, 14 yaşında iyi iş çıkardığımı düşünüyordum. Dolayısıyla o yaşlardaki kitlenin hoşuna gideceğini de biliyorum. İyi okumalar. -Beyza Doğuç.