Hedef cama iyice yaklaşıp hafifçe eğildi. Alnının sol tarafına iki elini birden götürdü. Asker, rüya görmüyordu. Ne yani; kendisini böylesine şoka sokan, bacaklarını titreten şey sadece bir sivilce sıkmak mıydı? Düştüğü yanılgıya inanamayan Aker, olduğu yerde donup kaldı. Alnından kararsızca inen serseri bir ter damlası kirpiklerine oturdu. Dipçiğin köşesine terini silip derinden bir iç çekti. Hemen rahatlayamadı. Bu işin ne kadar zor olduğu bir kez daha hatırına geldi. Sonra kendine kızdı. O kadar eğtim alıp operasyonlara gitmişti ama şu heyecanı ve paniği bir türlü yenemiyordu. Akşam saatlerinde aydınlık bir ortamda dışarı bakan camın ayna özelliği kazandığını nasıl da fark edemedi. Gözümden hiçbir şey kaçmıyor diye övünmesine içerledi. Neyse ki kendine gelmeye başlıyordu. Kalp atış ritimleri düzene bindi. Ama yine de bu haldeyken ateş etmesi çok sağlıklı değildi. Hedef tam önünde apaçık duruyordu. Bundan çok daha zor atışları başarıyla sonuçlanmıştı. Ama her operasyonda ilk operasyonuymuş gibi motive olurdu. Hocası böyle öğretmişti çünkü. ''Bu iş tecrübeye, kendine güvenmeye gelmez Akeeeer!" sözü kulağında yankılandı. Zaten bu operasyon da diğerlerine göre çok farklıydı. Üstle bağlantısı yoktu. Kimseyle iletişim halinde değildi. Destek almıyordu. Haberleşmek kesinlikle yasaktı. Kısacası evinden çok uzakta bir ülkede tamamen yapayalnızdı. A planı yoktu. B planı da tabi. Başarılı olursa ne alâydı. Olmazsa da yapacak bir şey yoktu. Bu konuda ne yapacağını hocasına sormamıştı bile. Hocası '' sakın ele geçme.'' derken ikisinin de aklına aynı şey gelmişti. Aldığı eğitime göre başarısız olma ihtimalini de hesaplamak zorundaydı. Ama inanmak yasaktı. Tek seçeneği vardı, o da başarılı olmak. Sağ olarak eve dönmeyi de hesaplamıştı tabi ki. Operasyonda olduğu gibi planda da yalnızdı. Her şeyi kendi kurgulamış, her ayrıntıyı kendi düşünmüştü. Ona sadece ''yap!'' denilmişti. ''Nasıl?'' sorusu lügatinden kaldırılmıştı. Nasıl yapacağını da kendi bulsun diye eğitilmişti zaten. Ona ve onun gibilere devlet çok büyük paralar harcıyordu. Ama bu yalnızlık biraz abartılıydı sanki. Bu kadar uzak ve güvenliği üst düzey olan bir ülkeye teçhizat sokmak da tek başına imkansıza yakındı. Silahlarının dışında tüm eşyasını kendi imkanlarıyla temin etmişti.
Ülkeye başka bir kimlikte girmişti. Güya küçük ölçekli bir iş adamı olarak giriş yaptığı ülkede alacağı malzeme paketleme işi için iş bağlantısı yapmaya gidiyordu. Birkaç örneği bir koyteynıra paketletip kargoyla Türkiye'ye gönderecekti. Ülkeye girişte güvenlik önlemleri üst düzey olduğu için herhangi bir silah veya türevini sokma şansı yoktu. Sniper'ı da ona söylenen saatte bir hıristiyan mezarlığından çıkarmıştı. Dimitri Markov yazılı mezarın içine gömülmüş eski bir kutunun içinde, parçalar halindeydi. Zaten silah birleştirme işi onun uzmanlık alanıydı. Şiir gibi silah söker, takardı. Eğitimde silahların parçalarını söküp takarken arkadaşlarının gizledikleri hayran bakışları hep fark ederdi. Sniper'ın yanında bir tane Beretta cheetah tabanca, bir tane susturucu, bir tane de ucu kancalı ip. Bunun yanında kredi kartları, sahte pasaport, kimlik,bir miktar para... Hepsi bu kadar. Bunun dışında başka bir şey yoktu yanında. Tabi bir de azı dişinin içine özenle koydurduğu mercimek büyüklüğünde turuncu renkli hap. Azı dişlerinden birini oydurup içine saklamıştı. Üstünü de geçici yumuşak dolguyla kapattırmıştı. Hocasının ''sakın ele geçme'' dediğinde anladığı şeyi gerçekleştirmek üzere bu tedbiri almıştı. İşkencenin bin bir türlüsüne de hazırlıklıydı tabi. Ama riske atmayı düşünemezdi bile. Her göreve gittiğinde o hap orda olurdu. Onunla yaşamaya alışmıştı. Hatta bazen döndüğünde onu uzun zaman unutur, onunla yatıp kalkardı. Üstündeki kamuflajları da o ülkeden satın almıştı. Bu kadar sadelik içinde kafası yine de allak bullaktı. Az önceki sivilce meselesi havasını dağıtmıştı. Her gece rüyalarına davetsiz misafir olan o gizemli kadın geldi aklına. Gözlerini sıkıca yumdu. Soğuk soğuk terliyordu. Bir süre öyle kaldı. Kafasını ani hareketlerle sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Başardı da. Hedefe tekrar kilitlendi. Hedef camın önünde işini bitirdikten sonra masasına oturdu. Kendiyle savaşmasına sebep olan bu adama kızmaya başladı. Sonra hedefin aniden kafasını masanın üstündeki telefona kaydırdığını gördü. Belli ki birileri arıyordu. Telefonu açar açmaz yüzüne sahte bir gülümseme yerleşti. Aker, hedefin dudaklarına kilitlendi. Eğitimdeyken dudak okuma derslerinde az fırça yememişti hocasından. Dikkati çabuk dağılıyor, karşısında konuşan kişinin yaptığı diğer hareketlere dikkatini veriyordu. Bu yüzden de dudaklardan dökülenleri kaçırıyordu. Ama sınavını iyi vermişti. Teşkilatın en psikopat eğitmeninden ders almıştı çünkü. Adam resmen saha görevlerine hasretinden eğitimleri gerçek operasyon gibi yapardı. Ama hakkını verirdi. Diğer eğitmenlere adaylar taksim edilirken o, eğiteceği adayları kendisi seçerdi. Eski usul garip yöntemleri vardı. Neye göre seçerdi, nasıl seçerdi kimse anlamazdı. Ama onun tarafından seçilmenin acayip bir karizması vardı teşkilatın içinde. Seçilmeyenler, seçilenlere '' bittiniz siz, adam eğitimde öldürüyormuş zaten.'' diyerek kıskançlıklarını belli ediyorlardı. Sonunda kendisi de seçilmişti. Hocası, Aker,'i neye göre seçmişti, Aker çok merak ediyordu. Ama öğrenemeyeceğini de bildiği için sormaya cesaret bile edemiyordu. Bir gün dayanamayıp soracaktı. Tabi hüsran kaçınılmazdı. Hocası yine son sınavlardan birinde ses yalıtımlı bir camdan kutunun içine girip beş aday ajanın karşısına geçti. Herkesin önünde birer tane boş kağıt, ellerinde kalem. Yarım saat konuştu. Dudaklarını okuyup ne anlattığını eksiksiz yazmalarını istedi. Bu kadar çılgın bu kadar mükemmeliyetçi biriydi Yavuz bey. Aker, eksiksiz yazdığında '' ehh idare eder'' demişti. Hepsi bu kadardı. Kızıp bağırmaması en büyük ödüldü. Her ne kadar eski yöntemleri olan eski nesil bir ajan olduğu inkar edilemese de yetiştirdiği ajanlar en iyileriydi.
Eğitim yıllarını mı özlüyordu Aker. Tabi ki özlemiyordu. Bir ajan için en sıkıcı şey, cansız hedefe ateş edip öğrendiklerini simülatörlerde uygulamaktır. Kağıda çizilen bir elmayla gerçeğinin arasındaki fark gibi gelirdi talimlerle operasyonlar. Şimdi de hasretle beklediği o görev anlarından birindeydi işte.
Hedefin dudaklarına dikkat kesildi. Gözlerini kısmış, hedefi okuyordu. Hedefin sözlerini onunla beraber tekrar etmeye başladı. ''Biliyorum tatlım. Ama biliyorsun işte. İşler çok yoğun. Prensesim uyudu mu? Tamam tamam sabah gönlünü alırım.'' Aker, hedefle beraber konuştukça sinirden kızarmaya başladı. ''Şerefsiiiiizz'' dedi sakince. Hedefin karısıyla konuştuğunu anladı. Dünyanın en iyi eşiymiş gibi konuşuyordu resmen. Her cümlenin sonuna aşkım, tatlım gibi sevgi sözcüklerini eklemeyi de ihmal etmiyordu. '' Zavallı kadın.'' diye mırıldandı Aker. İşte öldürmek için bir sebep çıkmıştı. Hedef, biraz önce karısını aldatmamış gibi nasıl da deli aşığı oynayabiliyordu. Nasıl insandı bu. O zavallı kadın kendisini bu kadar severken o bunu nasıl yapardı? İşte şimdi ölmeyi hak etmişti.
Tekrar içindeki o güçlü ses can buldu. ''Böyle mi Kandırıyorsunuz kendini? Karısını aldatıyor diye ölmeyi mi hak etti yani? Eşini aldatan erkekleri öldürmeye kalksan dünyada kaç erkek kalır sende?"
''Ama bir de kızı varmış. Onlar evde bu iti hasretle beklerken bu şerefsiz başkalarıyla karıştırıyor.''
''Tamam da sanane. Onun özel hayatı. Kimse çapkınlık yaptı diye ölmeyi hak etmez. Yoksa sen onu kıskanıyor musun?"
''Ben mi? Hah. Neyini kıskanayım be. Karaktersizliğini mi?"
Cevap gelmedi. Kendi sorusuna kendisi muhatap oldu. İçindeki bu çıldırtıcı ses hep bu kadar mantıklı olmak zorunda mıydı? Resmen başkalarının emriyle bir insanın hayatına son veriyordu. Eşini aldatması neden kendisini bu kadar rahatsız etmişti ki? Neydi bu hıncın sebebi? Yokjsa gerçekten de kıskanıyor muydu? Kendisi bir tane bile bulamamışken onun iki tanesine sahip olması mı zoruna gitti? Kadınlar da bir tuhaftı Aker'e göre. Neden kendilerine bunu yapan erkekleri severlerdi ki. Ama nerden bilebilirlerdi. Bu kadar kızgın olmasına rağmen adamı öldürmeyi vicdanı kabul etmiyordu. Bu da motivasyonunu yerle bir etti. İçindeki o anlamsız ses nasıl da yüzüne çarpmıştı her şeyi. Ama görevdeydi. Yapmak zorundaydı. Ne diyecekti üstekilere? Hiçbir şey insan hayatına son vermeye sebep olamaz mı? Ya da vicdan yaptım mı? ''Saçma'' dedi kendine. Vatan için canını verirdi. Ama başkasının canını vermek...ne oluyordu kendisine bir türlü anlam veremiyordu. Eskiden olsa zerre tereddüt yaşamaz görevi harfiyen yerine getirirdi.
Yanındaki su şişesini alıp bir yudum su aldı. Dudakları kurumuştu. Tekrar hedefe kilitlendi. Arkasına yaslanan hedef, dünyanın en mutlu erkeği gibi davranıyordu. Onun rahatlığı resmen batıyordu Aker'e. Hedef, iki süslü cümle daha söyleyip telefonu kapattı. Aker, işaret parmağının ikinci boğumuyla tetiği ezmeye başladı. Hedef, hareketsiz duruyordu. Aker, havadaki hafif rüzgarı da hesap edip son bir ayar çekti dürbününe. Tetiğin boşluğunu bitiren parmak, gücünü artırmaya başladı. Aker'in ağzından yavaşca bir cümle döküldü. ''Her-şey-vatan-için''. Cümlesinin son hecesiyle birlikte güçlü bir ses yankılandı suratı asık gökyüzünde. Namluyu terk eden mermi, havadaki kar tanelerinin kimisini teğet geçiyor, kimisini öpüyor, kimisini de kucaklıyordu. Silah taki esareti son bulan mermi, özgür bir kuş gibi havada süzülüyordu. Tek atış yapıldığı için mermi de sahibi gibi yalnızdı bu görevde. Arkasına bile bakmadan ilerliyordu. Dürbünden gözünü çekmeyen Aker'in kalp atışları durma seviyesindeydi. Adrenalinin tavan yaptığı bu anlarda kısa bir süreliğine metafizik gerilime girerdi. Nihayet mermi, ofisin camına ulaştı. Ama yanlış giden bir şeyler vardı. Her şeyi hesaplamış, kusursuz bir nişan almıştı. Ve agresif mermiyi tam hedefin üstüne yollamıştı. Mermi cama ulaşmasına rağmen hedef, hedef hala ayaktaydı. Mermi, cama değer değmez her tarafta çatlaklar oluştu. Ama maalesef mermi camın kalınlığına güç yetirememiş yollandığı hedefe ulaşamamıştı. Güçlü sesin çıkmasıyla hedefin kafasını kaplumbağa gibi aniden omuzlarının arasına gömdüğünü gördü Aker. Hedef, ne yapacağını bilemedi birkaç saniye. Tekerlekli koltuğunun önüne doğru kayıp dengesiz bir halde kalakaldı. Hemen ardından koltuğu altından kayınca sağ dizinin üstüne düştü. Bir eli yerdeyken diğer eli masanın kenarından tutundu. Tam o anda ofisin kapısı açıldı. Ve hedeften daha iri olan biri kafasını içeri uzattı. Soğukkanlılığını koruyan Aker, koruma olduğunu anladığı çam yarmasını içeriye sokmayacaktı. Bakımlı silahını hemen otomatik moda aldı. Seri atışlarla işini bitirmeye karar verdi. Kötü sonlanmış iş, yarım kalmış işten daha iyiydi onun için. Kapının koluna doğru nişan alıp iki el ateş etti. Mermilerin etkisiyle tekrar kapanan kapıdan çıkan ahşap parçaların arasından korumanın kafası kayboldu. Kafasını dışarı çeken koruma çaresiz dışarda kaldı. Masanın altındaki hedef, hala görüş alanındaydı. Çaresizlik duygusunu, iliklerine kadar hissediyordu. Kafasını kaldırıp saldırının ne taraftan geldiğini anlamak istiyordu. Ama çekimser hareketlerle kafasını kaldıramadan indiriyordu. Tekrar hedefe odaklanan Akerr, önce yerdeki bacağına bir mermi gönderdi. Gönderdiği ikinci mermi, cansız kalan cama ulaşmasıyla içeri girmesi bir oldu. Bu hamleyle yere uzanan hedefin belden aşağısı masanın diğer tarafında kaldı. Hayati organları, görüş alanındaydı. Öldürücü ateşlemeyi de yapan Asker, beşinci mermiyi de hedefin sağ kaburgalarından içeri sokmuştu. Beyaz gömleğinin kırmızıya boyandığını görünce derin bir nefes aldı. İşini garantilemek için son bir kez daha ateş etmeyi düşündü. Saatine baktı. Plandan 13 saniye gerideydi. dürbününe tekrar baktı. Dar ağızlı bir yuvadan çıkıp etrafa dağılan karınca sürüsü gibi her yere yayılan kanı görünce ateş etmekten vazgeçti. Şınav vaziyetinden kalkar gibi ellerini yere koyup yukarı doğru yükselip dizlerinin üstüne oturdu. Dürbünü söküp dev silahı tekrar parçalarına ayırmaya başladı. Bunu plan döneminde defalarca yapmiştı. Operasyon anında bunu yapması için kendisine 95 saniye vermişti. 13 saniye geciktiğine göre 82 saniyede bitirmesi gerekiyordu. Söktüğü her parçayı ağzını açtığı sırt çantasının içine attı. Arada çıplak gözle ofise bakmayı da ihmal etmiyordu. Üç kişi tedbirli bir şekilde içeri daldı. Başları eğik, yan yan yürüyerek masaya ulaşmaya çalışıyorlardı. Yerde ki hedefi kontrol ettiler. Öldüğünden emin oldular ki hemen ilgilerini kırılan cama yönlendirdiler. İyi eğitimli oldukları her hallerinden belliydi. Profesyonel davranıyorlardı. Aker'in olduğu binayı işaret etti bir tanesi. Cam kırılınca dışarıyı çok net olmasa da görebiliyorlardı. Dikkatle baktıklarında çatıda hareket eden bir şey olduğunu fark ettiler. Fark edildiğini anlayan Aker, daha da hızlanmaya başladı. Bir anda ani bir silah sesi geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDU
Teen FictionHeyecanla okumanız dileğiyle...