19. BÖLÜM: KİMSESİZLER...

1.2K 321 44
                                    

                                                                                                                                                                                         İSTANBUL

                Saat, öğle vaktini gösterince uyandı genç ajan. Üşene üşene fakir bir kahvaltı hazırlayıp atıştırdı. Antalya' dan döneli 3 gün olmuştu ve gözlerini haberlerden hiç ayırmıyordu. Sürekli haber kanallarını zaplıyor, internette haber kovalıyordu. Neyse ki korktuğu şey olmamıştı. Yaşananlar basına sızmamış, bu sıkıntıyı da başarıyla bertaraf etmişlerdi. Şimdi de her zaman ki gibi iki görev arasındaki sürede ne yapacağını bilmeden yaşıyordu işte. Kahvaltıdan sonra kahve yaptı kendisine. Balkonun kapısını açıp temiz havaya çıktı. Soğuk hava sert bir tokat gibi indi yüzüne. Balkondan büyük kısmı görülen ince uzun sokaktaki insanlara baktı. Önündeki hızla yürüyen kadına yetişmeye çalışan bir adam gördü. Belli ki kadınını kızdırmıştı. Gönlünü almaya çalışıyordu anlaşılan. Yan binada pencereye çıkmış bir kız gördü. Elinde telefon karşı binadaki bir pencereye bakıyordu. Doğal olarak bir erkekti karşısındaki. Bir yandan mesajlaşıp bir yandan bakışıp gülüşüyorlardı. Köşedeki berber dükkanın önünden geçen bayandan sonra havlu değiştirme bahanesiyle dışarı çıkan çırağın bir arayışta olduğu çok belliydi. Dünyanın çivisi mi çıkmıştı? Yoksa hiç girmemiş miydi? Herkes karşı cinsiyle iyi veya kötü münasebet halindeydi. Herkes ya çift halindeydi ya da arayışında. Kendisini düşündü. Aslında ne kadar yalnız olduğunu... Kendisini çok seven, değer veren birileri nedense yoktu. Bir an düşündü. Birden alnı genişledi. Aklına biri geldi. Uzun zamandır görüşmemişti. Şimdi de tek sevenini göresi gelmişti. İçeri girip kahvaltı masasını toparladı. Üstünü giyip evden ayrıldı. Çok sevdiği arabasına binmesiyle gaza basması bir oldu. Üsküdar'a gidip İstanbul pazarına yakın bir yerde arabasını kapalı bir otoparka bıraktı. Koca pazarın içinde haberleşmeden birini bulmak çok zordu. Giyim bölümüne gidip dikkatle etrafı süzmeye başladı. Ve işte ordaydı. Tezgahın üzerine çıkmış bir elinde kalitesiz olduğu uzaktan bile belli olan içlik, bir elinde kışlık çoraplar. Kendince bir kampanya yapmış avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

'' Gel ablacım soğuk günlere çelik yelek. Kurşun geçirmez, soğuk geçirmez. Enişteye, yeğenime al ki üşümesinler.''

               Renkli gözleri, ince bıyığı ve zayıf bedeni ilk göze çarpan şeylerdi. Altındaki asker pantolonuyla üstündeki kırmızı şişme mont tam bir uyumsuzluk içindeydi. Kısa sayılabilecek boyuyla yaşının çok altında gösteriyordu. Bedeninin hafifliği yanında tonlarca ağır gelebilecek altın bir kalbi vardı. O da kendisi gibi küçük yaşta hayatın sillesini yemiş bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyordu. Aker, gözlerini kırpmadan ona bakıyor, yetiştirme yurdunda kaldıkları günleri düşünüyordu. Onu düşündükçe hüzünleniyor kendi hayatını unutuyordu. '' Kardeşim, Hüseyin'im benim'' dedi kendi kendine. Hüseyin de her şeyden habersiz satış yapmaya çalışıyordu.

               Daha on bir on iki yaşlarında babası karşıdan karşıya geçerken araba çarpması sonucu vefat etmişti Hüseyin'in. Üç erkek çocukla baş başa kalan anne bir sabah erkenden evi terk etmişti. Kardeşlerden en büyük olan Hüseyin o sabah uyandığında aslında gerçek hayata gözlerini açmıştı. Annesinin onları terk ettiğini fark edip aramaya koyulmuş, kilometrelerce yürüyüp bulmaya çalışmıştı. Ümitleriyle beraber gücü de bitince aramaktan vazgeçmişti. Kardeşlerini amcasına yerleştirdikten sonra o yaşta köyünü terk etmiş İstanbul'a kaçmıştı. Çalışmayı umut ederek gittiği koca şehirde planı tutmayınca açlıktan bitap düştüğü bir gün polis karakoluna sığınmıştı. Oradan da yetiştirme yurdu serüveni başlamış. Aker, Yavuz Bey kendisini alıp götürene kadar Hüseyin'in hep yanında olmuş, ayrıldıktan sonra da onu unutmamıştı. Arada ziyaretine gider hediyeler götürürdü. Ziyaretlerinin birinde Hüseyin'in yurttan kaçtığını öğrendi. Yurttaki sert muameleye daha fazla dayanamayan Hüseyin, kendisini şehrin acımasız kucağına bırakmıştı. Uzun süre izini süren Aker, sonunda bulmuştu izini. Önceleri biraz kızdı Hüseyin'e ama kendisinden sonra yurtta yaşananları duyunca hak verdi Aker. O günden sonra da dışarda sık sık görüşmeye başladılar. Ve yine kardeşini özleyip ziyaretine gelmişti işte. Yanına hemen gitmiyordu. Hüseyin'in tezgah üzerindeki sempatik tavırlarını seyretmekten büyük zevk alıyordu. Bu anın bozulmaması için kendisini göstermiyordu. Hüseyin, pazarın yarısına sahipmiş gibi abartılı reklam yapıp fazla dikkat çekiyordu. Halinden garibanlığının esamesi okunmuyordu. Arkası çok güçlüymüş gibi tavırlarından emin, korkusuzca insanlara sataşıyordu. Tezgahın önünden geçip ilgi gösteren müşterilere nazik davranıyor, almadan gidenlere laf sokuyordu. Hele ki karşısındaki zayıf çelimsiz bir kişiyse Hüseyin birden aslan kesiliyor bağırmaya başlıyordu. Gözlüklü zayıf bir adam birkaç eşyaya bakıp Hüseyin'e bir şeyler sordu. Fiyatı pahalı bulmuş olacak ki Hüseyin tezgahın üstünden adama saydırmaya başladı.

BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin