35.BÖLÜM: DERDİNİ SÖYLEMEDEN DERMAN BEKLEMEK...

759 193 18
                                    

                  İki dünya arasında sıkışıp kalan Azat, iki tarafa da ait olamamanın altında ezilip kalıyordu. Yaradan'ın büyük imtihanı olduğunu düşündüğünde biraz olsun rahatlasa da yine her geçen saniye kahroluyordu. Eskiden olsa Hilmi dayısına gider, içini döker, biraz olsun rahatlardı. İstanbul'da olsaydı hemen yanına gider, sıkıntılarını anlatırdı. O da muhtemelen her zaman ki içe su serpen ses tonuyla nasihatler sıralardı dertli yüreğine. Eski konuşmaları canlandı gözünde birden.

'' Rabbim sevdiği kullarına sıkıntı verirmiş paşam. Haaa; verirken de kaldırabileceğin kadarını verirmiş. Öyle fazlasını da değil. Kul, ne zaman kendisinden uzaklaşsa onu özler, kendisine yaklaştırırmış. Böyle dertler verip kendisine sığındırırmış. Senin kalbin temiz güzel oğlum. İçini ferah tut. Elbet bir gün senin de yüzün güler.''

'' Ne zaman dayı ne zaman? Sabretmekten yoruldum. Benim kaderim kötü yazılmış. Artık hiçbir beklentim yok hayattan.''

'' Böyle konuşmak sana hiç yakışmıyor. Allah'ın sana verebilecekleri, açabileceği kapıları sen asla bilemezsin. Güneşi düşün mesela. Yaradan, güneşi nasıl da alçakgönüllü yaratmış baksana. Dünya ne zaman ona küsüp yüzünü çevirse kendi zararlı çıkar. Döndüğü yüzü karanlıkta kalır, üşür. Kendisini bile ısıtamayan aydan medet bekler. Ama güneş, dünya ona sırt çevirse de gönül koymaz, bu sefer de dünyanın sırtını ısıtmaya devam eder. Güneş hep yerindedir ve isteyen herkese ışık vermeye devam eder. Dünya ne zaman ki akıllanır, yüzünü güneşe dönerse yine kendi karlı çıkar. Hem aydınlanır, hem ısınır. Sende sakın dünya gibi kaderine sırt çevirme. Zararlı çıkan yine sen olursun. Güzel bak ki güzel göresin. Sabırlı ol evlat, sabırlı ol....''

                         Hayalinde konuşturduğu Hilmi dayısının söyledikleri bile rahatlatıyordu onu. Keşke şimdi yanında olsaydı. Ama şimdi tek başınaydı. Tamamen yalnızdı. Yeni dünyasındakiler o kadar uzaktı ki kendisini farklı bir türe aitmiş gibi hissediyordu kendisini. Ama yapabileceği bir şey de yoktu. Her zaman yaptığı gibi kaderine boyun eğmiş, bekliyordu. Artık yeni dünyasında rol oynayan değil izleyici gibiydi. Başarısız olduğuna kesin kanaat getirdikten sonra başkalarından ziyade kendisine küstü. Ayna da yüzüne bile bakmıyordu.

                       İlk geldiği günden beri haline üzüldüğü Elif'ten farksız bir hale geldi. O da Elif gibi zaruret dışında konuşmuyordu. Hayata küsmüştü, kendine küsmüştü, kaderine küsmüştü... Yürüyen bir ölü gibi varlık gösteriyordu. Elif'in en azından meşgul olduğu bir fidanı vardı. Onunla sık sık uğraşıp, toprakla haşir neşir olup sıkıntılarından bir nebze olsun uzaklaşabiliyordu. Ama kendisi öyle miydi? Her günü birbirinin aynısıydı. Yaşadığını hissettirecek, rahat bir nefes alabildiği tek bir an bile olmuyordu. Böyle boğucu handikaplar içinde çırpınırken tek ihmal etmediği şey öğrencileriydi. Ne kadar dalgın olursa olsun, aklının bir köşesinde sürekli onlar vardı. Sık sık Elif'i izliyor, fidan tarlasına gidip fidanıyla ilgilenmesini izliyordu. Elif, fidanına nasıl bakıyorsa, pencerenin arkasında Azat da fidanına uzaktan öyle bakıyordu. Sadece Elif de değildi tabi. Hatice'nin sürekli kötüye giden halleri, sınıfındaki diğer öğrencilerin sorunları... Hepsiyle kafasının içinde meşgul oluyordu ama kendi söküğünü dikemeyen terzi gibiydi.

                   Sorunları kafasında evirip çevirse de pek bir sonuca varamıyordu. Arada bir şeyler yapacak oluyor, sonra iyi niyetle kalkıştığı tüm işlerin sonu aklına gelince vazgeçip devrana boyun eğiyordu. Günler bu şekilde birbirini kovaladı. Her geçen günü birbirinin aynısı gibiydi. Çevresinde olup biten her şeye tepkisiz kalıyordu. Ne öğrencilerin kural dışı hareketlerine karışıyor ne de kendisine eskisinden daha da az rastladığı kötü bakışlarla ilgileniyordu. Derslerine zamanında girip yapması gerekenleri yapıp çıkıyordu. İlk defa bu kadar uzun süre hata yapmadan durabilmişti. Ama yine de mutlu değildi. Bir sınavda hiçbir soruya cevap vermeyen öğrencinin hiç yanlış cevabı olmamasıyla eşdeğerdi durumu. Hiçbir şey yapmıyordu. Bu yüzden yanlış da kapısını çalmıyordu. Bu durumdaki bir insan ne kadar iyi olabilirse o da o kadar iyiydi işte. Her şeye ilaç olan zaman bile kendisine yüz çevirmişti sanki. Uyuşmuş zihnine hiçbir şey iyi gelmiyordu. Arada bir yaşam belirtileri veriyordu tabi. Ama kayda değer bir şey değildi bunlar. Arada sırada Zeynep öğretmenden bir sadaka niteliğinde gözleriyle bakış dilense de gözü boş dönüyordu her seferinde. Görmek, görülmek istiyordu. Gördü, görülmedi. Bir süre bekledi. Baktı görülmüyor, görmeyi de bıraktı. Sadece bakar oldu. Önüne bakar...

BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin