"O bizimle geliyor ama...bilmiyorum. Çok ani karar verdik sanki." Kuşku dolu bakışlarını bizden önde yürürken Aquà'ya dikti.
Gözlemlediğim kadarıyla neşeli fakat içine kapanıktı. Utangaç bir yapısı vardı, bu yüzden kalabalık ortamlarda kalmayı sevmiyordu. Atina'ya gitmek için gerçekten bir sebebi olmasa başına bela almak isteyecek tipte birine benzemiyordu.
Fısıltıya yakın bir tonla "Tehlikeli durmuyor. Hem belki bize yardım eder." diyerek hücrede bulduğumuz taşa baktım. O karmaşada Marcus taşı cebine atmayı akıl etmişti. "Tam olarak çevirmesini isteyebiliriz." Gün içinde neler yaşadığımızı düşünürken aniden durdum. "Bizi kolezyumun çıkışında sıkıştıran askerin dediklerini hatırlıyor musun? Çok tuhaftı."
Elini boynuna götürüp kanamaya devam eden yarasına bastırdı. Belli etmese de uyuşukluğu acısını ele veriyordu. "Haklısın gerçekten tuhaftı. Bizi uzun zamandır tanıyor gibiydi ama onu daha önce hiç görmedim."
Aquà birden durarak omzunun üstünden bize baktı. "Endişenizi anlıyorum fakat gerçekten kötü bir niyetim olsaydı Shaila'nın öldürülmesine yardım ederdim. Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz."
Marcus'la göz göze geldik. "Nasıl duydun ki?"
Çapkın bir gülümsemeyle ona bakarak "Pekâlâ. Tek suikastçi sen değilsin." dedi.
O bilindik gülüşüyle cevap verdi. "Hadi itiraf et Hermes mi? Apollon mu?"
Konuşma tarzları beni sinirlendirmişti. Öksürerek araya girmek zorundaymışım gibi hissettim. Marcus'un göz ucuyla bana baktığını fark ettim ama şu an Aquà daha çok ilgisini çekiyordu.
"Anlamadım." Şaşkın bir ifadeyle bize döndü. "Onlar kim?"
Teslim olur gibi ellerini kaldırarak "Tamam tamam anlaşılan henüz güvenini kazanmamışız. Haklısın ama tanrılar böyle kaçışlardan hoşlanmaz." dedi.
Önüne dönecekken gözü yüzümdeki sert ifadeye takıldı. Gönlümü almak için elimi tutmuştu. Konuşup kıza rezil olmamak için yarasına yumruk attım. İki büklüm olsa da sesi çıkmadı.
Hiç sormadan taşı cebinden alıp adımlarımı hızlandırarak Aquà'nın yanına gittim."Şu yazıyı bize yorumlayabilir misin? Hücrede bulduk ve doğruyu söylemek gerekirse anlamadık." Gözlerimi devirdim.
Taşa birkaç saniye baktıktan sonra durgun bir tonla okudu. "Ben Venüs hizmetkârı Terpon'um. Beni buraya koymuş olan Venüs kutsasın."
Bu bizim anladığımız şeyden daha farklıydı. Venüs her kimse kutsal biriydi. Kafamdaki soru işaretini yok etmek için "Venüs kim?" diye sordum.
Abes bir şey söylemişim gibi bakarak "Venüs kim derken?" dedi.
"Venüs'ün kim olduğunu bilmiyoruz." Daha ağzımı açamadan Marcus yanımda bitmişti.
Şaşkın şaşkın "Aşk ve güzellik tanrıçası." dedi. Daha sonra ekledi. "Siz Yunanistan'da neye tapıyorsunuz?"
İç güdüsel olarak parmağımı yayımın üstüne koydum. Benim bildiğim tek bir güzellik tanrıçası vardı, onu da hatırlamak dahi istemiyordum. Bu kız çıldırmış olmalıydı. Ya da ben aklımı kaçırıyordum.
Marcus dalgacı bir tavırla cevap verdi. "Hepsi bana tapıyor. Hah. Venüsmüş. Aşkmış. Tanrıçaymış. Bence sen git kafanı suya falan sok kendine gel. Bildiğim tek aşk tanrıçası geçen sene öldü."
"Siz iyi misiniz?" Diyerek karşı çıktı. "Eos aşkına! Neden normal insanlar beni bulmaz?"
Marcus çoktan yürümeye başlamıştı ama Aquà'nın çıldırdığını fark edince duraksadı. "Eros mu? Al işte bir erkek güzeli hastası daha. O rezil herifin nesini beğeniyorsunuz anlamıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tartarus'un Sırrı (ES 2)
FantasyİLK KİTAP : ELYSİUM'UN SIRRI Gökyüzünün ve hava olaylarının mutlak hakimi Zeus elinde şimşeğiyle düşmanını bekliyordu. Güç dolu bakışlarında tereddütün damlası bile yoktu. Karşısında her ne varsa ondan daha kudretli değildi. Arkasında ışığın koru...