Henüz yirminci bölümü yayınlamadım fakat iki bin okumayı geride bıraktık! Her şey için teşekkürler.
Uykuyla uyanıklık arası bir durumda, yaklaşık yarım saattir boş bakışlarla nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Hatta son bir saati hatırlamıyordum bile.
En son, Tisiphone üstüme yapışmıştı ve hareket etmekte güçlük çekiyordum. Sanırım o sıralarda Teadora Nyks'i iteklemişti."Ölmediler. Hiçbiri ölmedi." diye bağırdım. "Yaptıkları her şeyi yanlarına bırakıp öylece kaçtık."
"Ne diyorsun ya..." Teadora derin bir uykudan uyanıyordu. Uyuşuk hareketlerle gözünü ovuşturdu. Yüzünde ve kollarında ciddi kesikler vardı. O an buraya nasıl geldiğimizi anımsadım.
Hışımla yerimden kalktım. Sert düşmüş olmalıydım çünkü kafamın içi kaynayan kazan kıvamına gelmişti. "Ben geri dönmek istiyorum." hedefime ulaşamadığım için kendime ihanet etmiştim.
Kendini yerden kazımaya çalışırken umutsuzluk dolu bakışlarla tekrar yere kapaklandı. "Ah tanrılarım koskoca Olimpos prensesi delirdi. Sen nasıl bir manyaksın? Şu zamana kadar çok deli tanıdım fakat hiçbiri hapishaneye geri dönmek isteyecek kadar çılgın değildi."
"Bir planın vardı Teadora." diye çıkıştım. "Ve işe yaramadı. Biz oradan çıkarken onların ölmesi gerekiyordu."
Kolumdan destek alarak ayağa kalktı. "Nyks'in orada olacağını tahmin edememiştim. Gerçi bu Zeus'un bile tahmin edemeyeceği bir iş birliğiydi."
"Ne olursa olsun kaçmayacaktık. Onları bu şekilde huzurlu ve yaptıkları yanına kalmış bir şekilde bıraktık." gökyüzüne baktım.
"Öfkemin en büyüğü sana. İhanet edenleri cezalandırmak yerine beni cezalandırdın."
Kendi kendine konuşur gibi "Korkarım bu hırsın seni bitirecek." dedi.
Sert bir rüzgar saçlarımı savurdu. Etrafıma bakmayı o zaman akıl etmiştim. Hekatonkheir'in içindeki krallıktan uçsuz bucaksız bomboş bir yere düşmüştük. Burası şehir sınırı olabilirdi. Seyrek çimler ve yer yer bodur ağaçlar dışında yaşam belirtisi yoktu.
"Nerdeyiz?" dedim son cümlesini duymazdan gelerek.
"Bilmiyorum." yüzü düşmüştü.
Arkamızda deniz vardı, bu yüzden buranın bir ada olduğunu düşünmüştüm fakat Atina'ya bağlı olan adaların hiçbiri böyle boş değildi. Bir ihtimal, belki de hâlâ hapishanedeydik. Ya da henüz keşfedilmemiş bir adadaydık.
"Rodos'ta olmayı her şeyden çok isterdim."
Sözleşmiş gibi aynı anda yürümeye başladık. Rüzgârı ilk defa bu kadar sert hissetmiştim. Sanki kaynağı yanımdaydı.
İleride bir hareketlilik vardı. Biz yürüdükçe tuhaf yaratık sesleri artıyordu. Bir şeylerle savaşacak gücüm var mı diye kendimi kontrol ettim fakat kendimi ne kadar iyi hissedersem hissedeyim uzun bir zaman sadece sessizlik istediğimi kendime itiraf etmeliydim. Zihnimde sürekli beni kemiren nefret duygusu gittikçe beni ele geçiriyordu. Sanırım Teadora haklıydı. Son günlerde, agresif davranışlarım vardı. Biraz dikkat etmem herkes için en iyisiydi ama kendime verdiğim sözleri tutacaktım.
Dev bir kiklop elini tepenin üstüne attı. Bu titan kadar büyüktü ve bana Typhon'u hatırlatmıştı. Olduğumuz yerde kaldık. Ben ne yapacağımızı düşünürken kiklopun etrafını zincirler sardı. Kiklop bağırdı. Zincirler aşağıya çekip yere düşürdü.
Zincirler geri çekilirken takip ederek sahibini buldum. Nihayet bir insan -ya da her neyse- görmüştük.
Oldukça zevkli birine benziyordu. Beyaz eteğinin ucundaki kahverengi işlemeler ve aynı renkte gövdesini örten zırhı uyum içindeydi. Kiklopun bedeni siyahlaşarak kayboldu. Yani bu bir saldırı değil, antrenmandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tartarus'un Sırrı (ES 2)
FantasyİLK KİTAP : ELYSİUM'UN SIRRI Gökyüzünün ve hava olaylarının mutlak hakimi Zeus elinde şimşeğiyle düşmanını bekliyordu. Güç dolu bakışlarında tereddütün damlası bile yoktu. Karşısında her ne varsa ondan daha kudretli değildi. Arkasında ışığın koru...