"Sence zaman nedir Shaila?"
Beyaz saçlarını geriye atarak balkonun mermer sütunlarına ellerini koydu. Kendinden emin duruşu karşısındakini kolayca avucunun içine girdiriyordu. Orta yaşlarda, sert görünümlü bir kadındı. Kim olduğunu bilmiyordum, onu ilk defa gördüğüme emindim. Üstelik rüyada olduğumun da farkındaydım.
Uçsuz bucaksız deniz manzarasına bakarken nefesim kesilmişti. Burası çok güzeldi. Ressam en güzel boylarını burayı çizmek için saklamıştı. Masmavi deniz, kül beyazı ama iç karartmayan gökyüzüyle buluştuğu noktada sanki iki sevgili birbirini kucaklıyordu.
Kar tanelerinin üzerime düşmesiyle beraber siyah bir himaton içinde olduğumu fark ettim. Olimpos'un altın kurallarından biri kesinlikle siyah giymemesiydi. Yas tutulmadığı ya da Hades ailesinden olunmadığı sürece tanrılar bile siyahtan kaçardı.Endişe bütün bedenimi sarmıştı. Belli etmemeye çalışarak "Neye göre?" diye sordum.
Sert yüz hatlarının gevşediğini görebiliyordum. "Sana göre. Senin zamanını ne tanımlar prenses?"
Bir süre düşündüm. Bu birden fazla cevabı olan bir soruydu. "Zamanı belirli bir kalıba sokamayız ama bizim belirli isteklerimizde şekillere girerler. Mesela birilerinin gelmesini beklerken bizim için zaman o'dur. Hamile bir anne için bebeğidir."
"Doğru." Tıpkı benimki gibi siyah elbisesinin uzun kuyruğunu savurarak bana döndü. Göz bebekleri yoktu. O bir tanrı olabilirdi ve eğer Nyks'sa bağıra çağıra uyanmak istiyordum. "Ama yine genel bir tanım yaptın. Senin için olanı soruyorum."
Biraz daha düşündükten sonra olumsuz mânâda kafamı salladım. "Bilmiyorum."
Ellerini önünde birleştirdikten sonra beni incelemeye başladı. İstemsizce sırtımı dikleştirmiştim. "Kim olduğumu merak ediyorsun."
Kendimden emin bir sesle "Bir tanrısın." dedim.
"Belki. Belki de değil." Bir tebessüm görür gibi oldum. Yeniden arkasını döndü. "Bazı şeyler öğrenmeye başladın. Bunun hakkında seninle konuşmak istedim."
İyi şeyler öğrenmeyeceğimden emindim ama tehlikeli bir şekilde onunla konuşmak istiyordum. Ciddiyetimden ödün vermedim. "Neden gerçekten karşıma çıkmadın?"
"Çünkü şimdi zamanı değil." Artık zaman kelimesi bende kusma isteği uyandırıyordu. İncecik kırmızı dudakları kıvrıldı. "Aslında seninle tanıştık."
"Ne zaman?" Onu daha önce görmediğime emindim. Yüzündeki simayı daha önce tanıştığım kimseden hatırlamıyordum.
"Aceleci davranma prenses." Sır verecekmiş gibi bana yaklaşıp elbisemin kuyruğunu tuttu. "Bunun anlamını biliyorsun. Kaderin önüne geçemezsin. Zamanla anlayacaksın." Son cümlesinden sonra yüzü parçalanmaya başladı. Tıpkı bir duvar gibi dökülüyordu. Karnımda bir kasılma hissettim. Yeniden dik durabilmek için balkon kenarlarından destek almaya çalışıyordum ama faydası yoktu. Belimi doğrultamıyordum bile.
Gökyüzü hatta deniz kadının küllerine bulaşarak simsiyah olmuştu. Yerin sarsıldığını hissettim.
Kayalıklara düşmek üzereyken gözlerimi açtım.
"Tamam bu kadar uyku hepimize yeter!"
Bir an önce düşüncelerimden uzaklaşmak için başka şeylerle meşgul olmak istiyordum. Bu kabusu hiç kimseye anlatmayacaktım ve unutmak için elimden geleni yapacaktım.
Herkes sanki bin yıldır uyuyormuş gibi yerinde kendini ayıltmaya çalışırken Marcus benim gibi irkilerek uyandı.Sanki ben çok normal bir uyku uyumuşum gibi "Ne oldu?" diye sordum.
"Uyuduğum süre boyunca bir yerden aşağı düşüyordum." Elini alnına götürdü. "Biriniz bağırdığında Tartarus'a düştüğümü anladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tartarus'un Sırrı (ES 2)
FantasyİLK KİTAP : ELYSİUM'UN SIRRI Gökyüzünün ve hava olaylarının mutlak hakimi Zeus elinde şimşeğiyle düşmanını bekliyordu. Güç dolu bakışlarında tereddütün damlası bile yoktu. Karşısında her ne varsa ondan daha kudretli değildi. Arkasında ışığın koru...