Fısıltı

2.3K 229 40
                                    

Aslında, bu bölümü daha önce yayınlamak gibi planlarım vardı -yaklaşık 2 gün önce- fakat o kadar uzun zamandır yazmamışım ki utanç verici ama kendi yazdığım şeyi unutmuşum 😂 bölümleri yeniden okuyup ipuçlarını toparlarken karakterlerimle kavga edecek duruma geldim...Her neyse 😅 bir sonraki bölümü pazartesiye kadar bitiririm sanırım, teşekkürler. Her şey için ❤

Dalgalar ölümünü bekler gibi kıyıya usulca yanaşıyor, parmak uçlarımı okşayarak geri kaçıyordu. Denizin kokusu şimdi beni rahatlatmak yerine hüzne boğuyor, nefesimi kesecek duruma getiriyordu.

Saatlerdir, tek başıma, kulübenin biraz ötesine kumun üzerinde oturuyor, bir yandan da ne yapacağımı düşünüyordum. Aslında buna düşünüyorumdan çok düşünmeye çalışıyorum demek daha doğru olurdu. Sadece kaçmış bile olabilirdim. Marcus uykuya daldığında kendimi içeride kötü hissetmiş ve dışarıya atmıştım.

Pixus'un yanaştığını hissettim. Usulca kafamı çevirdiğimde göz göze gelmiştik. Yüzünde telaşlandırıcı bir ciddiyet vardı, bir an Marcus'a bir şey mi oldu diye düşünsem de sadece gelip yanıma oturmuştu.

Zihnimi okumuş gibi söze girdi. "Yardım edecek kimseyi bulamadığım gibi daha berbat haberlerle gelmiş olabilirim." Daha berbat ne olabilirdi ki dercesine yüzüne baktığımda devam etti. "Ephesus'a buradan gitmek neredeyse imkansız. Hele ki bu şartlarda."

"Bir şey de imkanlı olsa şaşarım zaten." diye homurdandım.

"Hemen kötü düşünme. Mümkün değil demedim." Hâlâ ciddiydi ama gerginliği biraz geçmişti.

İç çektim. "Doğru. İmkansız dedin."

Cebinden iki tane küçük kum topu gibi garip ve şekilsiz bir şey çıkardı. "Eski bir dostunuzun selamı var." diyerek bana uzattı.

Bu tuhaf şeyler elime düştüğünde eski dostumuzun kim olduğunu anlamıştım. Kum, elimde taşlaşıp kırık beyaz bir renge büründü. Etrafındaki küçük rüzgârlara bakarak fısıldadım. "Boreas."

"Ta kendisi." Şimdi sırıtmaya başlamıştı. "Tanrı Boreas beni şehir meydanında gördü. Ufak bir yardımı dokunsun istemiş."

İçimde yeşermeye başlayan umutlara engel olamadan gülümseyip gökyüzüne bakarak fısıldadım. Teşekkürler.

Rüzgârın hafif esintisiyle cevabımı almıştım. Sonra yeniden karanlığıma döndüm. "Marcus nasıl?" Aslında bu soruyu sormuş olmak beni hem utandırıyordu, hem de korkutuyordu. Utandırıyordu çünkü onun yanında olmak varken o bir yaratıkmış gibi ondan kaçmıştım. Korkutuyordu çünkü ondan kaçma sebebim durumunun kötüleşiyor olmasıydı. Böyle düşününce gözlerimi kaçırma gereği duymuştum.

"Doğrusunu söylemek gerekirse devam edecek durumda değil." Kurtulmak ister gibi bir çırpıda söyledikten sonra derin bir nefes aldı.

Midemde kaç yumruk birden hissettiğimi sayamamıştım. Tüm cesaretimi toplayarak "Ne olacak ona Pixus?" diye sordum. Aslında, gerçek cevabı almak yerine beni teselli etsin istiyordum.

"Burada kalırsa onu bir şekilde iyileştirebilirim. Elimden gelen her şeyi yaparım." Sıkıntıyla dudağını ısırdı. "Tek başına devam edebilecek misin?"

Cevap vermeye hazırlanırken hiddetle yükselen sesi kulaklarıma doldu. "Sakın beni burada tutmayı aklınızdan geçirmeyin. İkinizi de mahvederim."

Kendini zorladığı için adım dahi atamadan iki büklüm olmuştu. Telaşla ayağa kalkıp yanına gittim. "Daha ayakta duramıyorsun Marcus. İnat etme."

"İnat değil bu. Ortada annemle ilgili bir durum varken ben burada iyileşmeyi bekleyemem." Onu doğrultmaya çalıştığımda acı içinde inledi.

Tartarus'un Sırrı  (ES 2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin