Haftalar Sonra
"Merhaba Shaila."
Güçlükle gözlerimi araladım. Sanırım bugün Mégère'ye aittim.
O günden bugüne ne kadar süre geçti gerçekten bilmiyordum ama bu kadar dayanabileceğimi düşünmemiştim. Belki de özellikle ölmemem için çaba sarf ediyorlardı.
Giyotine yatırılmış gibi boynumda bir santim bile hareket etmemi engelleyen, zincirlerle yere sabitlenmiş bir kelepçe vardı. Kendilerini tatmin etmek için önlerine diz çökmüş vaziyette "cezamı" çekiyordum. Bu yüzden diz kapaklarım şişmiş, ayaklarım hem aldığım darbeden hem de diz çökmekten morarmış vaziyetteydi.
Ellerimi bağlayan zincirler bileklerimi neredeyse çürütmüştü. İçimde de birkaç kırığın olduğuna emindim. Hiddetlilerin en öfkelisi, intikam duygusunun sahibi Tisiphone bana çeşitli işkencelerini uygularken diğerleri gibi belirli bir yere vurmuyordu.Burası Marcus'la düştüğümüz ya da Diomedes'i gördüğümüz yer değildi. Aralarında konuşurken duyduğum kadarıyla burası benim gibi "ağır suçluların" cezalandırıldığı yerdi. Getirilirken görebildiğim kadarıyla zincirlendiğim yer Hekatonkheir heykelinin ağzıydı. Tam olarak dişinin üstünde olmalıydım çünkü çevremde belirli aralıklarla mahkumların zincirlenebileceği yerler vardı. Kafamı çeviremediğim için henüz geride başka biri var mı diye bakamamıştım ama muhtemelen tek başımaydım çünkü hiç kimse onların yaptığı şeylere karşı çığlıklarını içinde tutamazdı. Beni Alecto'nun tavsiyesi üzerine buraya zincirlemişlerdi. Asıl hapishaneler Hekatonkheir'in parmaklarındaydı.
Güneş ışığıyla aramda bir kol mesafesi ya var ya yoktu, yetişebilsem güç kazanacaktım ama kıpırdayamıyordum ve bu kadar yakınken yetişememek daha çok acı veriyordu. Amaçları da buydu zaten. Uzun süredir güneş görmediğim için karaya vurmuş balık gibi tenim kupkuruydu. Tisiphone bazen tırnaklarını güneş ışığına tutup kollarımı çizerdi.Gözlerimi biraz daha açabildim. Mégère, Zeus'un kendine verdiği ceza yüzünden çirkinliğe mahkum edilmişti. Kız kardeşleri insan formundaydı fakat onun vücudunda düzgün olan tek yeri sağ koluydu. Sol omzu içe çöküktü. Şekilsiz vücudunu gizleyebilmek için kısa, çelik bir zırh giyiyordu ve vücudu kadar şekilsiz kafasını gizleyebilmek için tüyleri ayaklarına kadar ulaşan büyük bir mifer takıyordu. Göğsünün üstünde iri delikler vardı. Sinirlendiği zaman oralardan yeşil, tuhaf böcekler çıkıyordu. Arkasında kanat gibi üç tane böcek ayağı vardı. Vücudunun bozukluğu yüzünden bir elini kullanamıyordu ama onlar ellerinden daha sertti.
"Ne istiyorsun Mégère?" Ağlamaktan ve bağırmaktan sesim yok olduğu için tıslama gibi çıkmıştı.
Miferinden görünen tek yeri yani sağ yanağında bir kıpırdama gördüm. "Senin gibi birinden ne isteyebilirim ki? Kendine hiç bakma fırsatın oldu mu prenses? Çok çirkinleştin. Tıpkı babanın bana yaptığı gibi ben de seni çirkinleştirdim."
"En azından kurtulduğumda kullanabileceğim ellerim var." dedim. Konuşsam da konuşmasam da bende nefret edebilecek bir şeyler bulduğu için her seferinde vuruşlarını ve yaptığı işkenceleri daha da ağırlaştırıyordu. "Bugün neyimden nefret edeceksin?"
Mavi böcek bacaklarını yere kadar çekip tüm gücüyle vurdu. Yara açılmadık yer kalmayan vücudumda boynumdan göğsüme kadar uzayan yaraya vurduğu için acım iki kat artmıştı. Acıyla inledim.
"Senin yine çenen düşmüş prenses." Sağlam eliyle sertçe çenemi tutup tırnaklarını batırdı. "Sarayda nasıl konuşman gerektiğini öğretmediler mi?"
Beni biraz daha çekerse güneş ışığı üstüme düşecekti. Kendimi ona doğru itekledim ama bunu anlamayacak kadar aptal değildi. Karın boşluğuma savurduğu tekmeyle tekrar yerime geçirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tartarus'un Sırrı (ES 2)
FantasyİLK KİTAP : ELYSİUM'UN SIRRI Gökyüzünün ve hava olaylarının mutlak hakimi Zeus elinde şimşeğiyle düşmanını bekliyordu. Güç dolu bakışlarında tereddütün damlası bile yoktu. Karşısında her ne varsa ondan daha kudretli değildi. Arkasında ışığın koru...