Tutkumu ve hayallerimi bir arada götürebilmek için direniyorum arkadaşlar...
"Üzgünüm Shaila. Ben...bunu yapmak zorundayım." Sarı yüzündeki solgun bakışlar ihanetin utancını mı taşıyordu yoksa ben mi bu anlamı yüklemek zorunda hissetmiştim, pek emin değilim.
"Sana güvenmiştim!" Sesim çatlamasın diye sarfettiğim çaba bu sefer boşa çıkmamıştı. Bu cümleyi kurmamam gerektiğini biliyordum, bu bir şekilde zayıf olduğumu vurguluyordu ama ağzımdan dökülmüştü bir kere.
"Seni buna zorlayan ne?" Marcus benden daha sakin durumdaydı. "Sana yardım edebiliriz."
Boş bakışlarını üstünde gezdirdi. "Bana tanrılar bile yardım edemez."
"Tanrıların gücünü sınırlandırmaya çalışma Pandora. Onlar senin yaratıcın." İlk cümleyi yapacağı hatadan döndürmek için özellikle vurgulamıştım.
"Ben bir günah işledim. Büyük bir hata yaptım. Kendimi affetirmem için bu notları onlara kurban etmem gerek." Anlaşılan kafası karışıktı. Hatta bir bakıma zihin kontrolünde gibiydi.
Ve Marcus bundan yararlanmak istiyordu. "Kimler?"
Olimpos'tan Atina'ya inen merdivenlerin kenarına tırmanıp gökyüzüne baktı. "Onlar."
Bir sonuç alamayınca anlamış gibi yapıp "Onlar bizden de bu notları kurban etmemizi istediler." dedi. Belki de Pandora'nın kastettiği Roma tanrıları değildi. "Bizim de amacımız bu."
"Hayır." Beklemediğim bir şekilde çıkıştı. "Siz notları yakıp Yunan tanrılarına yardım edeceksiniz. Ben ise günahımdan arınmak için kutsal bir kan dökeceğim."
Parmaklarının ucundan başlayarak saçlarına, hatta göz bebeklerine kadar kızarmıştı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Ruhu çekilecekmiş gibi yerden yükselen bedeninin etrafını kızılcık dalı ve beraberinde parlak bir ateş perdesi sardı. Bu ateş sıcak değildi ama bilmediğim türde tehlikesi olduğundan adım kadar emindim.
Eliyle bizi işaret ettiğinde aynı tipteki dallar Marcus'la arama girerek ikimizi farklı yerlerde kafes içine aldı.
"Yapma!" Bağırırken bir yandan da kurtulabilmek için dalları tuttuğumda dışarıya ısı bile vermeyen bu alev neredeyse avuçlarımı eritecek kadar gürleşmişti.İki büklüm olup diz çökmemek için omurgamı kırmak üzereydim.
Ayakları tekrardan yere değdi. Rengi yeniden sarılaşmış, eski halinden tek farkı utanç içinde bakan gözleri şimdi güç gösterisi yapıyordu."Bana öyle bakma." Bakışlarını başka tarafa yöneltti. "Yapmak zorundayım."
Marcus öfkeyle bağırdı. "Hangi günahın seni buna zorladı tanrılar aşkına! Aptalın tekisin."
Onlarca belayı, ihaneti, ölümü def edip Olimpos'a kadar çıkabilmişken Pandora tarafından tutsak edilmeyi kendime yediremiyordum. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Buradan ikimiz de hasarsız çıkmalıydık.
Bizle tartışmayı bırakıp arkasını dönerek diz çöktü. Saf düşüncelerimle dua edeceğini falan zannederken büyük bir gölge üstümüze düşmüştü.
Sanki, Lahkesis'te gördüğümüz o heykel canlanıp karşımıza gelmişti. Hades'in birebir kopyasıydı hatta Marcus'un bir an yanılgıya düşüp "baba" dediğini duyar gibi olmuştum.
Ayırt edici tek özelliği Hades'ten daha sert bir görüntüye sahip olmasıydı. Yeraltı tanrısı zaten mizacı gereği sert hatlara sahipti, şuan Roma tanrısının karşısında dilim tutulmuştu."Lordum." Mekanik bir boyun hareketiyle ona bakması ilgimi çekmişti.
Pandora örümcek gibi hızlı bir tırmanışla dalların arasından içeri girdiğinde ister istemez geri çekilmiştim. Alevin hafifçe sırtımı yaktığını hissettim.
Meydan okur gibi notları elinde tutarak omzuma çıktı. "Notları bana kendi elleriyle getirdiler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tartarus'un Sırrı (ES 2)
FantasyİLK KİTAP : ELYSİUM'UN SIRRI Gökyüzünün ve hava olaylarının mutlak hakimi Zeus elinde şimşeğiyle düşmanını bekliyordu. Güç dolu bakışlarında tereddütün damlası bile yoktu. Karşısında her ne varsa ondan daha kudretli değildi. Arkasında ışığın koru...