Bölüm 26 ♥

8K 359 22
                                    

            
Tam anlamıyla dört duvar arasına hapsolmuştuk. Etrafımızda tek bir pencere dahi yoktu. Buraya gelirken kendi endişe ve üzüntüme kapılıp yolu takip edememiştim. Nerede olduğumuzu bilmiyordum ama bu lanet olası yere gelmemizin en az bir saat sürdüğünden emindim. Epey uzaktaydık... Kulübenin içine sürüklenmeden önce etrafımızın ormanlık bir alanla kaplı olduğunu görmüştüm. Tıpkı Atalay'ın annesinin yaşadığı yer gibi ıssız ve sessizdi. Ve kahretsin ki buradan nasıl kurtulacağımız konusunda mantıklı düşünemiyordum. Beynimi zorluyor, zorluyor ve zorluyordum ancak hiçbir sonuca ulaşamamak beni mahvediyordu.


    Burada kapana kısılı kalmıştık.


    Atalay ve ben...


    O yanımdayken cehennem ateşinin içinde cayır cayır yansam da korkmazdım ama burada sonsuza kadar kalamayacağımızı biliyordum. Geçen her saniye onu kaybetme korkusu kalbimi delip geçiyordu. O, bizi bu dipsiz kuyudan çekip çıkarabilirdi. Ben onun kadar zeki değildim, ancak Atalay çıkış yolumuzu rahatlıkla bulabilecek bir yapıya sahipti.


     "Buradan nasıl çıkacağız?" diye sorarken, içimdeki hayal kırıklığının yüzüme yansımasına izin verdim.


     Güçlükle ayağa kalktı ve sendeleyerek yanıma gelip ellerimi avuçlarının arasına aldı. "Mutlaka bir yolu olmalı..." dedi beni rahatlatmaya çalışarak. Çenemi tutup hafifçe eğdiğim başımı kaldırdı ve beni gözlerine bakmaya davet etti. "Seni buradan kurtaracağım," dedi kendinden emin bir sesle.


    "Bizi..." diye düzelttim hemen.


    "Bizi..." diye tekrarladı. Sonra alnıma yaklaşıp oraya küçük bir öpücük kondurdu. Kollarıyla bana sarılıp inanılmaz bir güç verdiğinde, tutsak kaldığımız bu kulübeden ele ele çıkacağımıza emin oldum. Bu savaşı kazanırsak birlikte kazanacaktık. O olmazsa ben de yoktum.


     Kokusunu içime çekerek ciğerlerimi istila ettim.  Sanki o bir esrardı da ben gitgide ona daha çok bağlanıyordum. Ondan uzak durmam gerektiğini biliyordum ama aynı zamanda durmak istemiyordum. Beni kendine sardığında tüm benliğimle onunla bütünleşiyordum. Eksik kalan parçalarım böylece tamamlanmış gibi hissediyordum. Tehlikelerle dolu bir girdabın içine sürüklenmekten inanılmaz derecede bir rahatsızlık duysam da ona kapılmaktan kendimi alıkoyamıyordum.


    Karanlık bir denizin içinde boğuluyordum, o deniz beni yavaş yavaş dibe çekiyordu. Ve ben, o dibe doğru çekilmekten tuhaf bir şekilde memnuniyet duyuyordum. Çünkü denizin karanlığı aldatıcıydı. Çünkü onun ardındaki berraklığı bir tek ben görebiliyordum.


     "Seni peşimden sürüklediğim için özür dilerim," dedi bir anda. Ses tonu pişmanlıkla doluydu. "Benimle gelmene izin vermemem gerekirdi."


     Onunla gitmeyi isteyen bendim ve asla pişmanlık duymuyordum. Kendisini suçlamaması için konuşmaya hazırlandığımda birden anahtar sesi duyuldu, ışıklar açıldı ve Atalay'ın yaralı yüzü netliğe kavuştu. Bitkin olduğunu ve acı çektiğini biliyordum. Ama buna rağmen güçlü görünüyordu.




    Arkamızdan yaklaşan adımları umursamadan yüzündeki yara izlerine dokundum. Kalbim sızladı, canım yandı ve göğsüme bir hançer saplanır gibi oldu. Bunu ona yapan adamı öldürmek istiyordum. Atalay'a yaşattığı acının on mislisini ona da yaşatmak istiyordum.


     Yere çöküp aldığım nefeslerde boğulana kadar ağlamak, kaderime isyan etmemek için kendimi tuttum. Güçsüzdüm, bir o kadar da çaresiz...


     Atalay'a kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığını söylemiştim. Ama aslında onu kaybetmekten delicesine korkuyordum. Bu his, beni yerle bir ediyordu.


     Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp gitmeye başlarken, alnını alnıma dayadı. Nefesini yüzümde hissettim. "Şş..." diye mırıldandı sessizce. "Kendini bırakmayacaksın. Benim için, bizim için... Buradan kurtulabilmemiz için... Anlaştık mı?"


     "Acıyor mu?" dedim fısıltıyla. Birkaç saat önceki o dehşet verici an tekrar zihnimde canlandığında boğazım düğümlendi.


     "Hayır..." dedi gözyaşlarımı silerken. "Sen yanımdayken hiçbir şey bana acı vermiyor."


     Ve o anda tok bir ses konuşmaya başladı. "Benimle geleceksin!"


     Fazlasıyla sert ve emrediciydi.


     Ona doğru döndüğümüzde doğrudan Atalay'a baktığını fark ettim. Bu defa bize doğru yürüyüp Atalay'ın bileğini kavradı. "Görmen gereken biri var. Şimdi, benimle geliyorsun!" dedi öfkeyle kasılan çehresiyle.


     Atalay bana doğru dönüp gözlerimin derinliklerine baktı. Bu bakışın anlamını biliyordum. Korktuğumu anlamıştı ve beni rahatlatmaya çalışıyordu. Yine de titrememi durduramıyordum. Burada, bu kasvetli karanlıkta tek başıma bekleyip ona bir zarar geldi mi diye düşünmek, kendimi yiyip bitirmek istemiyordum.


    Yanımdan geçip gitmeden önce "Sakın korkma... Geri döneceğim," dedi bana. Ardından acıyla karışık bir tebessümle son kez yüzüme baktı. Sonra yanındaki adamla birlikte yürüyüp kapıdan dışarı çıktı ve bana kalan koca bir yalnızlık oldu. Yanımdan ayrılışı, o kapıdan çıkıp gidişi tekrar tekrar gözümün önünde canlanırken kendimi zemine bıraktım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Betonun soğukluğunu tenimde hissediyordum. Karanlık beni içine çekerken bu an, bana bebeğimi kaybettiğim anı hatırlattı.


    Ya şimdi de Atalay'ı kaybediyorsam?

    Gözlerimi sıkıca yumdum. Çaresizlikle bağıra bağıra ağladım.


    "Yalvarırım ona zarar vermeyin! Yalvarırım!"


    "Yalvarırım ona zarar vermeyin! Yalvarırım!"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
SEN BANA AİTSİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin